Benim cidden pes edeceğimi düşünenler oldu.
Belki de birilerinin içi rahat etsindi.
Vicdanlarının sesi onlarla fazla konuşmasındı,
İç sesi ona karışmasındı bütün mesele.
Ama hayat o kadar UCUZ değildi,
Zamana geldi gelecek derken geldi.
Farkında varacağın o an oldu senin yüzleşmen,
Gerçeklerin tek tek ifşa olacağı anlardan birindeydi o zaman.
Hiç merak edilmesin ki araştırmalar ve soruşturmalar durmaksızın sürecek,
Hiç merak edilmesin ki üzeri toprakla örtülmüş her şey bir bir ortaya çıkacak.
Bu durumu zaman ve zamanla çok güzel eş olan bir zeka yapacak,
Zamanın kumları akacak,
İşte araştırmalar ve soruşturmalar önemi o zaman ortaya çıkacak.
Başka bir zaman akışında ise,
İnsan üstü bir adaletin gelişinde ise,
Adaletin tam olarak ortaya çıktığı zaman ise,
Kimin başı yukarda, kimin başı yerde görülecek.
Araştırmalar ve soruşturmalar sürecek,
Gerçekler çıkacak ortaya tek tek.
Yapılanların yanlışlığı, doğruluğu illa takdir edilecek,
Ama bunu sen yapmayacaksın, insanoğlu sen değilsin. Sen zayıfsın.
Bazı durumlar bizi aşmalı,
İlahi güç ya da ne dersen orada olmalı.
Yıldırımlar tepemize inmeli, rüzgarlar bizi oradan oraya uçurmalı.
İşte o zaman anlayacağız gerçekten ne yaptığımızı.
Pes etmeyi beklemek, boyun eymeyi beklemek,
Ne yazık ki moda oldu bu evreden geçmek.
Ama ne zoraki olabilecek ne de akıllara uyabilecek bir durumdu.
Gene de yaşanan yaşandı, görülmesi gereken görüldü.
Bugün bitti mi dersin? Hayır, bitmedi.
Saat 2:30 ve ayaktayım.
Çalıyor trash metal'im, berraklaşıyor içimdeki sesim.
Tek yankılanan ise araştırmaların ve soruşturmaların bitmeyeceği.
Son soru ise şuydu bu satırlara veda ederken:
İnsan hayatı ne ifade ediyordu senin için o güne veda ederken?
Hayatın anlamıyla ilgili bir satır yazabilir misin?
Yoksa kalemin elinde hiçbir şey yazamadan mı bitirirsin geceyi?
Öyle ya da böyle, neyse o'sun, nereden geldiysen oraya gidiyorsun.
7'de neyse 70'inde o'sun lafına pek inanmam.
Statükocu duruşlara pek aldanmam.
Yolum değişimin yolu, gideceğim yön ise her gün farklı.
"Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece," der.
"İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları," der.
Başka daha neler neler der.
Ben de bir şeyler derim bu hayatta.
Alırım sazımı, sözümü, kendimi vururum yola.
Mırıldanırım bir şeyler o zamana.
Hayat şunun farkında olsun ki,
Her zaman söylerim, her zaman çalarım.
Notamı basarım, şarkımı söylerim.
Özgürlüğün tadını da her daim yanımda taşırım,
Araştırmalarımı ve soruşturmalarımı yaparım,
Sonra da güne gözlerimi kaparım.
Bir yazıyı kaleme alıyorum,
İşte çıkıyorum yola, hayallerimle gidiyorum,
En derin, en uçsuz bucaksız sonsuzlara.
O anın anlamlarıyla buluyorum yolumu,
İşte alıyorum kalemimi, birçok hayalle gidiyoruz.
Bir kadının yüzünü çiziyorum,
Neredeyse binlerce kez!
Aklımda gitmeye yüz tutmuş sahneleri canlandırıyorum.
Tam o an alıyorum kalemimi masamdan,
Değdiriyorum ucunu boş bir kağıda,
Başlıyorum çizmeye, bütün duygularım şahlanarak.
Çizerken o kadının yüzünü,
Her santiminde bırakıyorum o anı, o acıyı, o kederi bazen de mutluluğu!
Her bir karesi ayrı bir duyguyu anlatıyor,
Ve sana kendini hatırlatıyor!
Her yeni çizgide,
Kalemimin ucunu gezdiriyorum boş bir kağıtta,
Başlıyorum her şeyi anlatmaya, daha doğrusu anlamaya ve görmeye!
Anlıyorum ki o an çok şey yaşanmış,
Resmediyorum benliğimde!
Daha da güzelleştirirken görüyorum kendimi.
Gerçekte o kadınla beni resmederken,
Kendimi buluyorum hayalimde yönlendirirken!
Görüyorum yüzünü, saçlarını, dudaklarını!
Hepsini büyük bir şefkatle çiziyorum.
Duygular bir bir dökülüyor her yeni çizimimde,
Dalıyorum duyguların ta dibine!
Başka hayallere yer yokmuşcasına dalıyorum!
Yazının sonlarına geliyorum,
Kalemimi masama koymak üzereyim.
Yazıyı bitirse de etkisi hala beynimde, kalbimde!
Her bir damarımda geziniyor, sürekli izlerini bırakarak.
Koydum kalemimi masaya ama o hala kalbimde!
Ruhunu her satırımda buldu ve gitti başka bir zamana, başka bir yere!
Şimdi ben de gidiyorum başka bir yere,
Tekrar buluşma ümidiyle...
İşte aldım yazıyı kaleme, tüm o şekliyle!
words become a song says:
[01:39:28] o son benim de en hoşuma giden kısmı oldu.
[01:39:35] genel olarak bir şey söyliyeceğim
[01:39:40] türkçe de anlatım da
[01:39:45] biraz karmaşıklık var
[01:39:51] türkçem biraz bozuk galiba
[01:39:54] neler diyorsunv
baris says:
[01:40:27] türkçen çok bozuk değil
[01:40:52] ama düzeltilmesi lazım
[01:40:56] okurken yoruldum
[01:41:01] bir akıcılık problemi var
[01:41:07] çok fazla bağlaç var gibi
[01:41:21] şu cümle hoşuma gitti mesela
[01:41:25] payton sawyer ismini bir nesne gibi kullanmak güzeldi bence.
words become a song says:
[01:41:43] ben one three hill den
[01:41:52] baya bir etkileniyorum aslına bakarsan
[01:41:57] her ne kadar bir dizi olsa da
[01:42:06] ve dizilerin gerçek yaşamla alakası olmsa da
[01:42:13] yani karıştırılması gerekse de
[01:42:15] sonra
[01:42:25] hepsi birer rolün kılıfı olsa da
[01:42:31] orta da anlatılan bir duygu
[01:42:37] sergilenen bir oyunculuk var
[01:42:56] ve oyunculuğun en temeli duyguyu izleyenin iine işletmektir
[01:43:04] bir sahnesinde hatırlıyorum
[01:43:15] lucas bir kadına evlenme tekli ediyor
[01:43:32] ve payton kapılarına geliyor o kadın ona lucas bana evlenme tekli etti dediğin de
[01:43:44] payton sayer ve lucas ın gözlerinde beliren
[01:43:54] ve yüz mimiklerinde anlatan şeyleri
[01:44:04] hiç bir profosyonel terim açıklayamazv
[01:44:21] anlatırken bile duygulanıyorum gözümden yaş geldi.
baris says::
[01:45:15] hiç izlemedim
[01:45:23] ama etkilendiğin belli oluyor.
[01:45:41] payton sawyer ismini kullanma şeklinde bir yazınsallık bulunuyor
words become a song says:
[01:46:33] yazınsallık
[01:46:37] bna açıklar mısın
baris says:
[01:47:10] edebi demek, yazınsal.
[01:47:19] burada onu sadece bir isim değil
[01:47:29] başka bir şey olarak kullanmışsın
words become a song says:
[01:47:30] bir onje?
[01:47:34] obje
[01:47:37] pardon
[01:47:41] evet bir simge
[01:47:53] bir şeyin kelimede ifade bulmuş hali
baris says:
[01:47:56] "çizimin gideceği yer yeni bir payton sawyer" cümlendeki gibi.
words become a song says:
[01:48:01] bunu yaparken bunları yapmaya çalıştım
baris says:
[01:48:24] evet yapmaya çalıştığın şey okurken kendini açığa çıkarıyor
words become a song says:
[01:48:45] hmm
[01:48:53] onun dışında neler söyliyeceksin
[01:49:04] baya bir kritize et abi
[01:49:09] ben yazmaya karar verdim
[01:49:12] inatla yazıcam
[01:49:23] bir gün belki bir şey çıkar ya da çıkmaz yazıcam
baris says:
[01:49:28] yazmaya karar vermene sevindim
[01:49:41] ben daha çok şiirlere yorum yapmaya çalıştığım için
words become a song says:
[01:49:54] bu bir istisna olsun :XD
baris says:
[01:49:59] şiir olmayan her metinin kritiğinde zorluk yaşıyorum.
[01:50:06] daha çok kişisel yorumlar giriyor devreye
words become a song says:
[01:50:11] anladım
baris says:
[01:50:14] metnin kısalığını yerinde buldum
[01:50:21] daha önce uzun metinlerini de okumuştum
words become a song says:
[01:50:25] senden neler hissettiğini
[01:50:29] anlatmanı istiyorum
[01:50:36] tabi bazı bakış açıları tutarak
[01:50:50] nasıl gidiyorum bju konuda barış
[01:51:35] nedir ya
[01:51:42] uzun metinleri okudum dediny a
[01:51:48] doğru yolda gidiyor muyum sence
baris says:
[01:51:52] şimdi bu yazının kısa olması iyi
[01:52:03] çünkü uzun metini okura okutmak zor bir şey
[01:52:08] yani metin düşebiliyor
[01:52:14] kendini okutamıyor
[01:52:26] ama kısayla yazma kararına başlaman da güzel bir rastlantı
words become a song says:
[01:52:26] Uzun yazmakta da bir beceri tabi
[01:52:42] peki
[01:52:48] yapmaya çalıştığım bir şey var
[01:52:53] kendimden başlayıp
[01:52:57] roman yazarına geçip
words become a song says:
[01:53:02] evet, uzun da bir beceri, ama kısa yazmak için söylediklerini ortaya koymak ve konuşmadan geri çekilmek de bir cedaret.
words become a song says:
[01:53:08] sonra o roman yazarına aslında ben o romman yazarıyım
[01:53:15] giib bir olay yapmaya çalıştım
[01:53:20] sence başarabilmiş miyim
baris says:
[01:53:32] bu biraz seziliyor
[01:53:42] zaten çok bilinmesi okuyucuya düşünme şansı bırakmaz
[01:53:50] ona hazır vermiş olurdu
[01:54:01] roman yazarı benzetmen basit ve iyi ilerlemiş
words become a song says:
[01:54:25] baya iyi bir şey yapmışım yani
[01:54:29] iyi şeyler becermişim
[01:54:40] ya benim kitap okuma alışkanlığım yok
[01:54:46] bir de o olsa neler başarıcam
baris says:
[01:55:07] kitap okuman gerek emre
[01:55:10] bu zorunlu bir şey
[01:55:15] yoksa yazın bir yerde tıkanır
words become a song says:
[01:55:44] evet
[01:55:47] biliyorum
[01:55:53] onbu ben de goruyorum
[01:56:02] ama nerden başlamalıyım bilmiyorum
[01:56:08] nasıl kitaplar okumam lazım
[01:56:16] okunacak öyle çok şey var ki
[01:56:22] sen diceksin ki
baris says:
[01:56:25] bir yerden başlamak gerekiyor.
words become a song says:
[01:56:25] al bir tane oku
[01:56:27] di mi
[01:56:46] ya
[01:56:52] sana bir şey söyliyim mi
[01:57:07] böyle anlarda allaha daha çok bağlanıp takdir ediyorum
[01:57:16] böyle bir insan yaratmış
[01:57:25] bana bunları vermiş
[01:57:34] bu arada bunlarda hiç boş şeyler değil
[01:57:36] bunu ancak
[01:57:39] ruhu olan
[01:57:42] hissiyatı olan
[01:57:51] insanlar yapabilir
[01:57:56] di mi yanlış mıyım
baris says:
[01:58:47] hiç boş değil tabii, ama bunu tam anlamıyla edebiyata çevirmek isteyip istemediğini de kendine sorman gerekiyor
words become a song says:
[01:59:34] tam olarak edebiyata çevirmek
[01:59:38] bunu bana anlatır mısın
baris says:
[01:59:56] yani, ciddi ciddi okuyup yazmaya başlayarak
[02:00:05] konunun litaretürünü anlamaya çalışıp
[02:00:09] şu ana kadar yazılanlardan
[02:00:13] bir adım sonrasını
[02:00:17] ilerisini ve iyisini
[02:00:24] yani yazılmayanı yazmaya çalışmak.
words become a song says:
[02:01:53] insan her zaman kendine yeni bir şeyler eklemek ister
[02:01:57] zaten hayatın amacı budur
[02:02:03] hayat bir gün sonlanacaktır
[02:02:16] geri de kalansa ruhuna eklediğin yeni şeyler olacaktıır.
baris says:
[02:02:24] kendinle birlikte edebiyata da bir şey eklemek istersen, yazar olmaya başlarsın. kastettiğim buydu.
words become a song says:
[02:02:43] benimd e kasteddiğim
[02:02:54] insanın hayatını her anında bunu yapmak zorunda olduğu
[02:03:01] yani cevabım evet tabiki
[02:03:05] ben bunu yapmak istiyorum
[02:03:13] ve burada izlenecek bir yol var galiba
[02:03:22] bunu iyi bir şekilde tarif etmek lazım
[02:03:28] değil mi?
baris says:
[02:04:02] evet, hayatın her anında yazmayı düşünmeye başladığında bu oluyor ya da olacak.
words become a song says:
[02:04:30] bazı süreçler kaçınılmaz abi
[02:04:38] ben müzik le ilgileniyorum
[02:04:50] ve hayatımın sonuna kadar müzik bir parçam olacak
[02:04:58] ben her zaman neye inanırım biliyor musn
[02:05:04] bir dünyam var o da benim
[02:05:10] ben keimin dünyasıyım
[02:05:24] ama benim içimde de aslında tam olarak benle bağlantısı olmayan
[02:05:37] ama benim hayatıma giren o kadar çok dünya var ki
[02:05:51] yeni yeni dünyalara ayak basmak gerekiyor
[02:06:06] aslında bu tür gerçekler yanılıyor olabilirim ama yaradılıştan geliyor.
baris says:
[02:06:52] biraz o, biraz da çevre
Cevaplar hala belli değil bazı sorunların belli ki hayat boyu belli olmayacak ama çoğu ruh cevabını alamayacağı sorulara cevap almaktan hoşlanacak.
Soru -> benim dünyam nasıl bir dünya ?
Hepimiz aynı yerde yaşıyoruz, birer insan olarak. Yiyoruz, içiyoruz, uyuyoruz, dua ediyoruz, yine de devam ediyoruz; gerçekleşse de, gerçekleşmese de kurgularımızla ilerliyoruz. Senaryomuzu boşluğa yazıyoruz ve birer birey olarak hareket ediyoruz. Dünümüzü yaşadık ve bugünümüze bakıyoruz ancak yarınımız için ne yapacağımızı bilmiyorum.
Belki yarınımız için resim yapıyoruz, belki notalar yazıyoruz veya hikayeler yazıyoruz. Belki de müzikler besteliyoruz. Hangi enstrümanın bestemize en iyi şekilde uyarlanacağına karar vermeye çalışıyoruz. Belki duygularımıza göre enstrümanları nitelendiriyoruz. Kemanımız, çellomuz, gaydamız, elektrik gitarımız, bas gitarımız ve davulumuz var. Başka neler olabileceğini düşünüyor ve karşımıza her an başka bir enstrümanın çıkabileceğini biliyoruz. İşimizi düzgün yapmalıyız ve bu aleme koyacağımız şeyi doğru bir şekilde koymalıyız.
Çökmüşlük ve mahfolmuşluk her yerde. İnsan belki de doğası gereği bu durumlarda bulunuyor. Her yer yalanla, yobazlıkla kaplanmış durumda. Kendimize "Bu neden böyle?" diye sormalıyız. Sormak yerine kötülüğe zemin hazırlamamalıyız. Sınırımızı bilemeden devam ederek daha büyük bir çöküntüye doğru gidebiliriz. Kıyametin en büyük göstergesi insanların çöküntüsü değil miydi? Belki de farkında bile değildik. Aniden hayvanlardan bile daha aşağı bir seviyeye indik. Neden olduğunu hiç sorduk mu yoksa sadece kendi çökmüşlüğümüzün etrafındaki insanları da bulaştırmaya çalışarak mı hareket ettik? Bir deccal mı olduk? Yoksa yecüc'le mecüc mü? Hala bir mesih olabilir miyiz? Bunun bir yolu var mı?
Tabii ki var. Resim yapmak, müzik yapmak veya heykel yapmak bizi kurtaracak. Kalemin ucunda dostluğu, samimiyeti, dürüstlüğü bulacağız. Ruhumuzun köşesindeki notalar ölçüyü verecek. 4/4'lük mü yoksa 13/8'lik mi? Hep düz bir yoldan gitmek zorunda mıyız? Ritimlerimiz aksak mı olmalı? Bunu bilemiyorum. Bildiğimiz tek şey insanların yalan ve dolanla etrafını sardığıdır. Namusun yerini namussuzluk, şerefin yerini şerefsizlik almıştır. Kıyametin başlangıcı tam da burasıdır. Birer insan olarak unutmamız gereken şey budur.
Ben hala buradayım,
Sanmayın ki bıraktım.
Bildiğim en iyi şeyi paylaşayım mı sizinle?
Hayat bana bir gün zaten bıraktıracak.
Profil resmimde kaç yaşındaydım?
26 olabilir mi? Evet olabilir.
Kulakta küpe, saçımda bir kuyruk vardı o zamanlar?
Hatta gelin kulağınıza bir şey fısıldayayım:
O kuyruk 2'ye çıktı, daha sonra baya da uzattım.
Benim hayatımdan giden yıllarım var;
Kendi hatalarım olmuş olabilir. O beni bağlar.
Ama giden yıllar eğer benim yüzümden değilse,
Acaba o kimi bağlar?
Şimdi ben gene buradayım,
Sap sarı bir kafam var.
Saçları beyazlayanların aksine, benimkiler hala sapsarı.
Size bir sır vereyim mi?
Sanırım bu platin sarısı saçlarıma ak düştümü çok ilginç olacak.
Evet, kaderimde izin varsa saçıma aklar düşecek.
Kim bilir, belki bir müzisyen olurum.
Ruhumda sanatı her zaman taşıyacağım bir gerçek,
Yaydığım ışık asla sönmeyecek.
Evet, ben hala buradayım,
Ve hayatı bırakmıyorum.
Bildiğim en iyi şeyi paylaşayım mı sizinle?
Hayat zaten bana bir gün bıraktıracak;
O zamana kadar olanlar ise vız, tırıs olarak kalacak.
İnsan hayat ve ölüm arasında günün her anı gidip geliyor.
Hayatın her saniyesinde ölümü kucaklıyor.
Çünkü ölüm ansızın kapıyı çalabilir,
Ya da kendini erteleyebilir,
Ama ölüm dediğin her zaman orada seni bekliyor.
Ölümden korkma, ölümü kucakla.
Her saniye onunla yaşa ama asla korkma.
Doğru bir ruha sahipsen yoluna serilecek yeni bir hayat var her gün.
Her zaman ölümle bir ol, ona gülümse.
Her zaman onu usulca içeri davet etmeye hazır ol, asla korkma.
Hayat senin çizgin,
Ölümse o çizginin sona erdiği yer.
Ölüm sana gelince, hayat çizginin asla silinmeyeceğinden emin ol.
Ona göre davran, ona göre yaşa,
Çünkü ölüm her an gelebilir.
Ressam ol, ölümün resmini çiz pastel tonlarında.
Müzisyen ol, ölümün notalarını yaz ince ve kalın sesleri içinde barındırarak.
Yazar ol, sevinçle hüzünle, coşkuyla bir roman yaz.
Romanın baş kahramanını, yani seni içinde taşıyarak.
Enstrümanının luthisini yap, notasını bir tek senin bildiğin müzikleri üretsin.
Paylaşımcı ol, herkes seni bunlarla tanısın, bunlarla bilsin ve tatsın.
Unutma ölüm her an gelebilir.
Taçlandır hayatını, çizgini oluştur ki silinmesin hiçbir zaman.
Önce kısa bir açıklama: "Katharsis" kavramı Budist felsefesinden hayatımıza girdi. Özet olarak, duygusal boşalım anlamına gelir.
Anladığım kadarıyla bu kavramın psikoanalitik ve bilişsel terapi için önemi var. Kesinlikle araştırılması gereken bir konu
Peki, insanlar için bu katharsis kavramı önemli mi? Bana göre öyle görünüyor. Hayat kendisi stres dolu, çok hızlı ilerliyor ve yanıltıcı bilgi sürekli artıyor. Buna manipülasyon girişimlerinin eklenmesiyle birlikte hayat oldukça dayanılmaz hale geliyor. Ülke olarak ve toplum olarak sağlıklı bir millet değiliz. Birçok kişinin tedaviye ihtiyacı var. Katharsis bu konuda bize yardımcı olabilir.
Herkes kendine sormalı: Benim katharsis'im ne? Müzik dinlemek mi, bir enstrüman çalmak mı, konserlere gidip dans etmek mi yoksa yağmurun altında çıplak koşmak mı?
"Katharsis" çok önemli bir meseledir. Sekiz saat çalışan bir adam davul çalmaya gider ve daha sonra bu makaleyi yazar. Aslında, tüm bunlar onun katharsisi. Ve kendisi pek gergin değil. Sabah panik atağı ile uyanmasına rağmen iyi bir uyku çekecek.
Bu ülkenin saldırgan yaklaşımı, her an birbirini yiyebilecek bireylerden oluşması, hatta turistlere saldırması oldukça kötü bir olay. Biraz sakinleşmemiz gerekiyor.
En iyisi kendi katharsis'imizi bulmak.
Herkes gibi ben de kendi romanımın kahramanı olarak kendi romanımı yazıyorum. Bitmeyen, sonu belli olmayan bir yolda yürüyorum, çoğu zaman arkama bakıyor, kendime sızlanıyorum hayatımın en ender zamanlarında. Arkama bakarken her ne kadar tozlu raflarda dura dura sararmaya yüz tutmuş ve hatırlanması gayet zor olan şeyleri getirsem de gözümün önüne, hayatımın geri kalanında yaratacağım karakterlerde ve onları üzerime giyme şeklimde bana verdiği bir yaratıcılık oluyor. Tıpkı bir roman yazarının kitabının geri sayfalarına giderek onu ileri de nasıl daha heyecan verici, daha kışkırtıcı hale getireceğim düşüncesinde var olan yaratıcılık gibi.
O roman yazarı romanın bir kısmında birini bulmaktan söz ediyormuş, tıpkı herkes gibi. Romanına çok şey katacak, daha doğrusu kendi romanının kahramanına aslında kendisine katacak bir değer varmış gibi bahsediyor o kısımdan satır yığınlarında. Aslında belirli birini arıyormuş. O kişinin One Tree Hill'deki Peyton Sawyer gibi biri olacağını hayal ediyormuş roman yazarı. Hayatının lucası olmak istiyormuş. Sonra gene arkasına bakıyor. Hayatındaki Peyton Sawyer'leri görüyor. Bütün gelmiş geçmiş Peyton Sawyer'leri ve bir anda düşünüyor: "O Peyton Sawyer'ler her zaman romanındaki satır yığınlarını birbirine geçirmiş, paragraflarının düzenini bozmuş." Ve artık biraz düşünceli ve korkak şekilde kalemini eline alıyor, başlıyor bir resim çizmeye. O sade, o gizemli, o korkak ama bir o kadar da o korkaklığı savuşturmaya adanmış hatta yeni korkuları, ürkeklikleri yaratacak o kelimelerle resmi çizmeye.
O roman yazarı başlıyor resmi çizmeye, çizimin gideceği yer yeni bir Peyton Sawyer. Düzgünce satırlara başlıyor. Ama o satırlar çoğaldıkça korkular büyüyor, kendini açmak, kalbini açmak zorunda kalıyor. Sanki o satır yığınları sürekli "gel bana" diyor. O anda roman yazarı yeni bir dünyaya adım atmış bir varlık gibi uyum sağlamaya çalışıyor. Ama bu içine düştüğü durumda çok daha fazla satır yığını görüyor. Ve biliyor ki o satır yığınları birbirine girdiğinde çıkacak anlam aşkın geri de kalıp, bir daha gelmeyeceği anlamı oluyor. Ama gene de inatla yazıyor, yazıyor, yazıyor... Tıpkı herkes gibi...
O zaman anlıyor ki roman yazarı herkes gibi "ben de kendi romanımın oyuncağıyım.
Aslında o, o zaman anlıyor ki "ben o satırların oyuncağıyım.
Aslında gerçekte "kendinin oyuncağı" olduğunu anlıyor... Herkes gibi...
Hayatı tırmalıyorum her gün ve görüyorum ki;
Bize de ekmek varmış.
Her güne 1 ekmek.
Taze taze, çıtır çıtır, sıcacık bir ekmek.
İyi geceler demeye hazırlanırken bugüne,
Yani veda etmeye hazırlanırken yaşadığım güne,
Karnımı doyurduğunu söylemek istiyorum.
Aç uyumayacağım bugün de.
Doyurdun beni ekmek. Allah senden razı olsun.
Her güne bir ekmek.
Her güne yeni bir amaç, yeni bir uğraş.
Peşi sıra gelen mücadele.
Hayat buymuş işte.
Hayat sana verirmiş her gün bir ekmek.
Veda ediyorum bugüne, gözlerimi kapatıyorum.
Sırtım pek, karnım da tok.
Yarın gene açıklayacağım.
Ekmeğin tadıyla yaşayacağım.
Gün gene bitecek.
Ve ben gene ekmeğimi bitireceğim.
Yeni başlayan günde, başka tadları olan ekmekleri yiyeceğim.
Ekmek, ekmek, ekmek...
Bize de ekmek varmış.
Her güne bir ekmek.
Sıcacık, mis kokulu.
Hayat bir müzikse,
Ben o müziğin daima içerisindeyim.
Nefesimin sonu gelmez;
notalar çıkar nefesimden,
her biri başka, bambaşka.
Hayat bir notalar dizesi,
bense onu yorumlayan kişi.
Nefesimin ahengi hep başka;
Dedim ya, kendisi bir melodi.
Kırık bir melodi olsa da,
o bitmez, asla susmaz.
Bazen sanırsınız ki susturabilirsiniz,
hayır! O sadece dinlenmeye çekmiştir kendini.
Aslında hazırlar yeni melodilerini, bitmeyen gücüyle.
Sadece doğru anın sinyalini bekler;
sinyali aldı mı tekrar eser, gürler.
Ama kendisi melodiktir, kulakları sağır etmez,
ve asla gücü bitmez; çünkü melodilerin gücü sonsuzdur,
tıpkı nefesim gibi.
Kendi yolunu çizmiş, kendi melodisini yazmış, kendi hikayesini tasarlamış, kendi sahnesini şekillendirmiş küçük bir adam vardı.
Hayatın karşısında kendini büyük görmek istiyordu.
Bütün adımlarını ona göre atmaya çalışıyor, hayatın ona merhametli davranmasını bekliyordu.
Hayatın ona ne kadar merhametli davranacağını bilmiyordu ama notaları tekrar yazmasını biliyordu.
11/8'lik, 6/8 ya da 3/8'lik ölçülerde yaratabiliyordu armonisini ya da başka ölçülerde.
Her günün melodisini yaratıyor, sarılıyor o melodiye, sanki kendisine kalkan ediyordu. Müzik onun için çok önemliydi, belki diğer şeylerden daha önemliydi.
Belki diğer şeylerden daha önemliydi.
Her günün melodisini yaratıyor, sarılıyor o melodiye, sanki kendisine kalkan ediyordu. Müzik onun için çok önemliydi, belki diğer şeylerden daha önemliydi.
Aslında düşündüğü şey her şeyin içinde müziği bulmak ve buluyordu da.
Çünkü şu sıralar onu ağlatan, onu güldüren, onu coşturan, onun motivasyonunu arttıran ruhlar müzik veriyordu ona.
Sanırım hayat boyunca bunu yapacaktı, çünkü hayatın müziksiz olmayacağını düşünüyordu ve içten içe ona karar veriyordu.
Müzik onun için sessiz sedasız açan bir çiçekti.
Müzik onun için her yerdeydi, çünkü o dinlemesini biliyordu ve ışığı çevresine yaymak istiyordu.
Müziği unuttuğu, içinde kaybettiği zamanlar vardı onun hayatında. O hayatta sadece kızgınlık, kabuslar ve çirkin anılar vardı.
Ve o hayatta sadece kızgınlık vardı. Kabuslar vardı. Çirkin anılar vardı.
Ama sonra gene o müziği buldu. Ve içide kaybettiği sandığı şeyler geri döndü.
Artık çevresini dinleyebiliyor, anlayabiliyor, okuyabiliyor ve melodilerini yazıyordu.
O melodileri kitabında topluyor.
Ve yeni güne uyanıp aynı şekilde devam ediyordu.
Ağlamak nedir, ne anlama gelir?" diye düşünüyorum bu aralar, çünkü sık sık ağlıyorum.
Bir anda gelen esen bir rüzgar, sonrasında ruhumu dağıtıyor.
O rüzgar arkasında bıraksa da dağılan bir ruh, bir o kadar mutlu, bir o kadar neşeli, bir o kadar da isyankar, başı dik, alnı açık bir melodiyi gerisinde bırakıyor.
Çünkü ağlamak aslında kendinle barış kurmak, kendi benliğini anlamak, kendine teslim olmak dahası kendinle ilgili cümleler kurmak imiş.
Her zaman gülersin, ben gülerim, sen gülersin, o güler ama herkes ağlayamaz. Ağlamak , samimidir, sahicidir ve bir o kadarda sana aittir.
Ağlamak ruhundaki kırıkları, kızgınlıkları akıtmaktır dışarıya. Kendini tam yapmaktır. İşte o zaman gerçekten varsındır ve gerçekten büyüyorsundur.
Ağlamak büyümek demektir. Kendinle, çevrendeki insanlarla barış kurmaktır. Önemli olanın "duygu" ve "hissetmek" olduğunu anlamaktır.
Ağlamak bir şekilde potansiyelini dışarı vurmaktır. İçindeki sessiz sesleri daha görünür, daha harmonik bir hale getirmektir.
Ağlamak işte ağlamak o an, kendini tekrar bulmaktır, hayatla tekrar bağlantı kurmaktır. Demektir ki benim gerçekleştireceğim bir sürü şey var.
Çünkü şu sıralar onu ağlatan, onu güldüren, onu coşturan, onun motivasyonunu arttıran ruhlar müzik veriyor ona.
Ağlamak aslında hayata bir randevu vermektir. "Buluşuruz!" demektir. Ağlamak göz pınarlarından yaşları salmaktır, ruhunun bir parçasını dışarı salıp, seni bulacağım demektir.
Ağlamak ruhunu salmaktır ve söz vermektir. "Senin içimdeki gülümsemelerle besleyeceğim" demektir.
Ağlamak işte budur. Aslında çok önemlidir. Düşünülmesi ve anlam verilmesi gerekir. Hayat anlamlıysa, gülme kadar ağlamanın da verdiği bir anlam vardır. Ve hayata dair geçtiği bir özet vardır.
Özet ise "insan" olmaktır.
Yani sevgili hayat, bir başlangıcın ve bir bitişin var.
Kimsenin buna rest çekebileceğine inanmıyorum.
Herkesin eyvallah demek zorunda olduğu bir düzenin var.
Ama bir de hayatta iken görmemiz, hissetmemiz gereken bir adalet var.
Adalet olmayınca olmuyor be hayat!
Sabır taşları çatlıyor,
Ruhumuz her gün biraz daha törpüleniyor.
Direncimiz muhakkak olarak orada duruyor ama,
Hayata dair olan enerjimiz orada duruyor mu bilemiyorum.
Asla bırakma o ipi, ellerini kesse, paramparça etse de bırakma," demişler.
İşte bunu yapıyoruz biz de, be hayat.
"Şeriatın kestiği parmak acımazmış.
Hayatın kestiği parmakta acımaz herhalde. Sonunda ölüm yok mu nasıl olsa?"
Bu uğurda parmaklarımız gitsin ama ölmeden adaletini görelim be hayat!
Çok mu şey istiyor bu ufacık bedende ki ucu bucağı belli olmayan bu ruh?
Hadi bakalım, yakın zamanda iyi haberlerini bekliyorum hayat.
Biraz da adaletini serpiştir üzerimize, olmaz mı be hayat?!
Umut, ruhun ekmeği.
Umut olmayınca, oluyormuş ruh durumunda bozulmalar.
Umut besliyormuş hayalleri,
Umut aydınlatıyormuş beyni,
Umut getiriyormuş yeni düşünceleri, duyguları.
Kısacası umutmuş insan ruhunu yücelten, sabah mutlu şekilde uyanmasını sağlayan.
Umutmuş gece uyurken huzurlu olmayı garanti eden,
Umutmuş gün içinde sendelemeden, tökezlemeden ilerlemesini sağlayan.
Küçücük bir umut bile insanın yüzünden sebep oluyormuş gülümsemeye.
Umut hayata aşkla bağlanmayı sağlarmış.
Umudu yitip gidense, zamanı geldiğinde gözlerini kaparmış dünyaya ya gözlerini hiç açmayacakmışçasına.
Ya da bir daha ki güne gözlerini açıp mutsuz olmaya devam edecekmiş.
Umut pazarda satılan kiloyla alabileceğin bir şey değilmiş.
O umut ki her yerde ve her zaman karşına çıkagelen bir şey değilmiş.
Umut bir hazineymiş, gömülüymüş toprak altında.
Onu bulmaksa herkese nasip değilmiş.
Bulanın yüzüne geliyormuş bir tebessüm, ruhuna geliyormuş bir coşku.
O zaman yaşıyormuş heyecanı, aşkı, bağlanmayı tadmak istiyormuş.
Hep bunların sebebi küçük bir umutmuş.
Her zaman korunması gereken,
Her zaman saygı gösterilmesi gereken.
Umut seni ihtimaller denizinden çekip alan;
Dalgalı bir denizden pürüssüz rahatça kulaç atabileceğin bir denize bırakan.
Bunların hepsi umutmuş işte.
Ve asıl korunması gereken oymuş işte.
Çoğumuz farkında değiliz ama,
Umut bizim her şeyimiz.
Onu muhafaza etmeli ve yarınlara taşımalıyız.
Çünkü umut bizim her şeyimiz.
Umudu kalırsa dünlerde, yarınını düşleyemeyiz.
Planlarımızı yapamayız. Issız bir sokağın ortasında kalakalırız.
Ve ruhumuzda bulduğumuz güzelliklerin hepsi bir başka bahara gider. Sen oraya ulaşamazsın.
İşte umut böyle bir şeydir. Umutsuz kalansa hiçbir şeydir.
Umudun hikayesi buymuş işte.
Umuduyla gidenler, hiçbir zaman hedefsiz kalmazlar, her daim mutlu ve her daim umutludurlar.
Çünkü o umuttur; yarınları aydınlatan, dünleri hatırlatan ve sahip olduğumuz en güzel varlık.
Bu yazıyı yazmayı kafaya koymuşken, "ilahi ışık" bana bir ilham gönderdi ve karşıma Lindsey Stirling'i çıkardı. Onun videosunda ki şu sözü bu yazıyı çok fena etkiledi:
Kendini keşfetmek içindeki çocuk seni bulur. Karanlığa girmeyi cesareti edip sonrasında ışığı görmek.
Kendinle barışmak, kendini yenmek diye işe başlamak. Kendini eğitmek, duygularını görmek. Hayatı tasarlarken, kendinden bir parçayı her zaman ortaya koymak. Bu saydıkların mutluluğu resmederken, resme koyduğun desenler. Ego'nu yenmek, insanlara kendini açmak, duygularını göstermeye korkmamak. Daha çok bunu, sana verilmiş bir hediye olarak görmek. Ya da bir müzik dinlerken, oradaki duyguyu alıp daha ileri götürebilmek. Belki de mısralar yazmak. O anı hissedebilmek. Gözlerinden o anı yansıtabilmek. Yaşın kaç olursa olsun, yaşlanmayan içindeki çocuğu ortaya çıkarmak ve hayatında ona da bir pay vermek. O çocuk sayesinde kendini tek düzeliğe teslim etmemek. İşte özetle mutluluğun resmi böyle çizilebilir.
Karanlığı görmek ve ondan korkmamak, kendi içinde o çocuk kalmış meleği "karanlıktaki meleği" ortaya çıkarmak. Çünkü en kutsal melek o senin içinde taşıdığın. Kış mevsiminin getirdiği karanlığı doyasıya özümsemek ve gereken dersleri almak. Çünkü insan hayatında kış her zaman olacaktır ve sevilmelidir de. Ancak böyle kendinle barışık olabilirsin. Kış mevsimin sonu geldiğinde içinde daha olgunlaşmış çocuksu seni gene görmek. Aslında o sensin, o senin bir parçan, bunu görmekse her şeyin başlangıcı. O içsel çocuğu reddetmek sadece sana mutsuzluğu getirir. Onu yıpratmadan, yıprattırmadan içsel yolculuğuna devam etmen gerekir. Mutluluğun resmini ancak öyle çizersin.
Resim kara kalemle ya da boyayla yapılmaz her zaman. Düşüncelerin, yazıların, kurduğun hayaller. Mesela müziğe geri dönme hayalim. Senin de mutlaka vardır. Bunu aklında tutmak, ruhunda benimsemek işte mutluluğun resmini çizdiğinin en belirgin göstergesi. Başka bir göstergesi her zaman ruhuna, içsel çocuğa yeni malzemeler vermek ve onun üretmesine izin vermek. Onu engellememek, yargılamamak, ona yol açmak, gerisinin geleceğini bilmek.
İşte mutluluğun resmi tam da böyle çizilir. Hayatımdaki 30 yıldan sonra bu cevabı içime sindirerek bulmakta büyük bir mutluluk ve mutluluğu sergileyen yeni bir resim, yeni bir ömür. Yani ömür geçmiyor. Sen her zaman yeni ömürleri oluşturuyorsun.
Hani bir kitap yazarsın ya, işte benimki o hesap.
Bu satırların yazıya dökülmeden önceki hali bile güzel bir hikaye.
Akan gözyaşlarımı donduran buz gibi bir rüzgar altında oluştu bu satırlar.
Donan gözyaşlarım acıtırken yanaklarımı, satırlar tek tek aktı aklıma.
İşte yazıldı bu satırlar o zaman, o mekanda.
Hayat aslında bir kitaptı derin düşüncelerimde.
Kısım kısım ilerleyen ama asla bitmeyen,
Tam olarak şekillenmeyen, asla son cümlesini yazamadığın bir kitap.
Her zaman eklediğin, çıkardığın, beğenmeyip sildiğin cümlelerin olduğu bir kitap.
Her zaman elimde bir kalem, aklımda bir sürü kelime.
Her zaman.
Neydi o bölümler peki?
Önsözüm vardı. Her yaşanmışlığı kısa kısa özetliyordu.
Çünkü hayat yaşanmışlıkların ahenkle dans ettiği bir yerdi.
Teşekkür notu vardı, hem de çok uzun.
Çünkü bir sürü insan hayatına girip çıkıyordu. Karanlıktaki meleklerin hayatına belli belirsiz dokunuyordu.
Yaşanmıştaki belli dönemleri içeriyordu.
Hepsi de okunmayı hak ediyordu.
Bir kitabın okunması, ondan bir şeyler alınması çok önemli.
Zaten o yüzden bu yazının başlığı "hani bir kitap yazarsın ya..."
"
Kitap okunursa daha güzel olabilir.
Kitabın ne kadar çok kişi tarafından okunursa, hayatına giren insan sayısı o kadar fazladır.
Çünkü ruhların birleştiği andır o, "o satırların okunması".
Sonraki safhamız ise, o satırların yansıttığı ışığın görülmesi.
İşte kitabı, kitap yapan andır bunlar.
Ve çok değerlidir.
İnsan bir kitap yazdığını ve o kitabın her gün perdesinin ne zaman ineceği belli olmayan, bir tiyatroda sergileneceğini
bilmeli.
Ve ona göre yaşamalı. Ben ona göre yaşamaya çalışıyorum.
Bu satırlar, kitabımdaki tertemiz sayfanın ilk satırları olabilir.
Çünkü ben nefes alıyorum. Çünkü ben yaşamak istiyorum.
Ve işte size en önemli kısım, yaşamak ve gözyaşları.
Bazense haykırmak karanlıklara, bazense mutluluktan sürekli gülüp, bazense sadece susmak.
Bu satırları yazarken gözlerimden akan gözyaşlarım ve suskunluğum gibi...
Hepsi kitabımın satırları.
Şarkı demiş ya benim, belki de bir bildiğim var.
Elbette ağlarım içimde cam kırıklarım var.
Senin gördüğün yanağımdan süzünenler.
Asıl içimde yüzdüğüm bir deniz var.
Hakikaten hayatın anlamı oturuyor şu satırlarda.
Her gün kalabalığın içinde bazen kendimi saklayarak, bazense kendimi göstererek yaşıyorum.
Her gün o kalabalığın içinde yapayalnız hissettiğim anlar oluyor.
Sonra dünyama yolculuk ediyorum, dünyanın öbür ucuna.
O an ağlıyorum, gözümden yaşlar tek tek süzülüyor.
Asıl o zaman içimdeki deniz de yüzmeye başlıyorum.
Kendimi bulmak, benim en önemli gayem.
Benim belki de çok zamandır bildiğim bir şey bu.
Senin gördüğün yanağımdan süzünenler.
Onlar ne ki?
Benim içimde bir sürü cam kırığı ve içinde yüzdüğüm bir deniz var.
İhtimaller denizi benim ki, her gün güne yeni ben olarak başlıyorum.
Belki de hakikaten gizli bir bildiğim var.
Güne yeni ben olarak başlamamı sağlayan,
Bir gizli bildiğim var.
Senin gördüğün yanağımdan süzünenler.
Asıl içimde yüzdüğüm bir deniz var.
Biri sana soruyor mu "Nereye gidiyorsun?" diye.
Hayatın bir yerinde mutlaka iki yol oluyor.
Hangisini seçeyim diye düşünürken, sonunun aynı olduğunu düşünüyorsun.
Yolculuğun daha yeni başlıyor.
Boşalmış bir sokağın ortasındasın.
İn cin top oynuyormuşçasına.
Hafif bir rüzgar saçlarını savuruyor.
Gözündeki yaşları alıp götürüyor.
Seni de savuruyor bir yola.
O anda başlıyorsun söylemeye.
Birdenbire boşalan yolların ortasındayım.
Hedefler hep çok çok kolay olmuştu.
Hayat sana hep kolay hedefler vermedi.
"Sen nereye gideyim?" diye sormuştun.
"Nereye gideyim?" Tekrar tekrar sormuştun.
Ve o anda mırıldanmaya tekrar başlamıştın:
"Birdenbire boşalan yolların ortasındayım.
Hedefler çok çok kolay olmuştu!"
"Korkma bebeğim hepsinin sonu aynı.
Çok yükseklerde biriyim beni aldı."
Bugünlerde yaşamımın bir kısmı, ülke gündemini izleyip, görüp daha doğrusu son derece mahkum kalıp, bunlardan etkilenmemek, bir duruş sergileme çabası üzerine geçiyor. Evet çevrede bir sürü şizoid troll var. Şizoidlere troll diyebileceğimizi düşünüyorum. Aslında bir kadının kendi yaşam hakkını hiçe sayarak börekle kurduğu o cümleler bana doğru yolda olduğumu düşündürdü. Kulvarımı ayırmam yaptığım en doğru hareket oldu. Bunu yaptığım için kınanacaksam vur gazı gitsin be birader.
Ama asıl olan neydi biliyor musunuz? Evet "medeniyet". Medeniyet çok önemli. Medeniyette insanlar "bizim diğer insanlarla işimiz yok. Bizim işimiz hayatla," diyor. Biraz kafalarınızı gömdüğünüz o kumdan çıkarın ve sonra da pozisyonunuzu şu betimlemenin çok iyi yaptığını görün: "Tavus kuşu korkunca kafasını kuma saklar. Sanki vücudunun diğer kısmı açıkta değildir. Kafası onun hayatta kalmasını sağlayacak sanıyordur belki de." Bizim için dünyanın batıda kalan kısmı böyle bir korku malzemesi oldu galiba. En azından bazılarımız için. Ben bu tiplere şizoid troll demeye karar verdim.
Yıllardır bir din masalıyla oynatılıyoruz. Bugünlerde görüyoruz ki din bize hiçbir şey getirmiyor. Yani hayattaki hiçbir şey altın tepside sunulmuyor. Ben hiçbir zaman "şu kanaate sahip olmadım: Din bize vicdan verir, din bize anlayış verir, biz bize her neyse onu verir." Benim kişisel kanaatimce bu pek doğru değil. Din insanı ısosyal bir hayvan yapar. Gerisi bize kalmış. Varsa var, yoksa yok. Keşfettik mi? Keşfetmedik mi? İçimizdekini bulduk mu? Bulmadık mı? Sorunsallar bunlardır.
"Hayvan"dan rencide olmaya gerek yok. Biliyorsunuz biz insanların eziyeti sadece insanlara değil, hayvanlara da çok fazla. Ama bu tür şizoid troller için durumun vahim olduğu şu bilgi de açıklığa kavuşturulur: "Bir piramid düşünün, buna varoluş piramidi diyelim. 4 katmanlı olsun. Karşılaştırmayı köpek ve insanla yapalım. Piramidin en üst katmanında, köpekler için freedom of zen yani iç güdü, insanlar için ise freedom of thought yani düşünce gücü vardır. Bugünlerde şizoid trollerin miktarının oldukça arttığı gözlenmektedir. Ve o eziyet ettiğimiz hayvanlardan bile daha berbat duruma düştüğümüz anlaşılmaktadır.
Dönelim din konusuna, dedim ya din bizi sosyal bir hayvan yapar. Tabi bu benim görüşümdür. Daha önümde uzun bir hayat var. Düşüncem daha gelişecektir. Devlette bizi sosyal bir hayvan yapar. Üniversitede hukuk, felsefe, sosyoloji ve devlet diye bir ders almıştım. O dönemki dersin hocası, benim de uzun sohbetler edip baya felsefenin
**** Belki de bugünlerde gördüğümüz budur. Belki de milattan önce ya da orta çağ avrupasında yaşamış filozoflar haklıydı. Çünkü devlet gücü kötüye kullanılırsa, kutuplaşma olursa, bir kısım genç ya da orta yaşlı kız, kasıklarına kadar şort giyip, diğerleri çarşafla gezerse ya da her gün seksist görüntüler sergilenirse ya da başka bir örnek veriyorum. Bazıları karşı cinse mal gibi bakar. Köle düzenini yaşatmaya kalkarsa ya da öyle görmeyenlerin hayatları zehir olursa. Kusura bakmayın ama bu işin şirazesi kayar ! Ben 12 yıldır kadınlar üzerine yapılan oyunları görüyorum. Ama çok bilmişler, her şeye aklı yetenler bunu göremiyor. En büyük oyun kadın üzerinedir. Kadınların olmadığı yerde toplum çöplükten farksızdır. Kadınlaın nasıl yavaş yavaş karanlığa gömülmeye çalışdığını cidden görmediniz mi? Eyy yüce bilginler ordusu.
**** Ölen insanlar. Bana masal anlatmayın. Ben bu toplumda empati duygusunun yerlerde süründüğünü çok kez gördüm. Bizim toplum ne gencecik yaşta ölen insanı ne de o ölen insanın anasını, babasını, yakının anlayacak bir yapı var. Bunu herkes için söylemiyorum tabi ama buralarda empati konuşur. Biz bireylerde bu empati mumla aranırken, devlet katındaki insanlarda olacak mı sanıyordunuz? O devlet katına çıkan insanlar, uganda cumhuriyetinden mi geldi? Bu toplumdan çıktı. Bu toplumda yetiştirilen insan örnekleri Bakın belki aynadaki bir yansıma misali, muamele edebilirsiniz onlara.
**** Bir konu daha var bu üle de genç işsizler ordusu var. Öğretmen olamayan, sevdiği mesleği yapamayan, yapsa da rahat yüzü göremeyen, atanamayan, tiyatrolardan atılan. Pisi pisine ölen. Kimyasal katılmış su sıkılan daha neler neler. Biraz sorgulamak lazım. Bu ülkede ki gençlerin bir kısmı. Yaşarken ölüyor zaten. Tabi yukardaki ölümle karşılaştırılmaz. Ama bu da bir ölümdür.
**** Ben hayata sosyal bir deney olarak bakarım. Sosyolog ya da psikoılog değilim. Ama başında dedim ya hayatım hep yorumlamak ve bakış açımı geliştirmek, soyutlamak üzerine geçti. 1 yıldır çalışıyorum ve 1 yıldır gidebildiğim konserlere gidiyorum. Hatta çalıştığım ilk zamanlar AKBANK SANAT Jazz Festivaline denk geldi. Gidebildim 1-2 konseere. Çok güzeldi. Bu ay 2 tane festivale gittim. Festivalin birinde genç kanlar vardı. Yani kanı fışkıran tipler. Capcanlı, o kadar canlılar ki beni de fena atşlediler. Bu yakında gittiğim ise kanı artık böyle normal tempoya inmiş. Ama dozajını istediği zaman o genç akımın temposuna çıkabilen bir kitle. Tabi genç kitle de vardı. Hatta 7 yaşında ki çocukların. 80 lerin sonunda ki metal gruplarını dinlediklerini görmek çok hoştu. Bu arada hayat metalden ibaret değildir. Bir çok elit mekanda jazz konserlerine gittim. Orada da bir kitle vardı. Serin kanlı. JAZZ'IN ritmiyle, duygu durumlarını birleştirip akışa kendini bırakan kitle. Ama size bir şey söylim mi? Bu kitleyle bu devleti sözüm ona yönetenlerin hiç alakası yok !!! İplemezler bile onları kusura bakmayın. Ve bu ülke bu bahsettiğim kitlelere bırakılsa, bu ülke çağ atlar.Ama arada çok uçurum ve bir o kadar da iplememe durumu var.
**** Neyse bu yazı çok daha uzar gider. Ama ben çok uzun bir yazı yerine, yazılan kısa bir yazı da subliminal mesajların verilmeye çalışılmasının daha doğru olduğunu düşünürüm. İnsanı düşünmeye iter. Daha bir zeki oluruz. Tek diyebileceğim "çifte standartlı olmayın, artık ne toplum, ne ülke bunu kaldırmıyor. Ve bizler bunu yemiyoruz. Kaptınız mı olayı."
Gene de devam edersin bazen, hayata sessiz ve sakin. İçinde çılgın dalgalar dağları deler.
Bazen kendini yapabilir, bu işi başarabilir hissedersin. O ses ki bağrını deler,
Bulutları parçalar, gözyaşlarınla birlikte yağmur gibi iner, yanaklarını yakar, ruhunu karıştırır.
Hayattaki sessiz ve sakin gidişin aslında çok şeyi içinde barındırır.
Benim sessiz ve sakinliğim birçok büyük anlam taşır.
Aslında öyle güzel mısraları bir araya getirir ki bana çok iyi güç verir.
Öyle bir andır ki bu, benim ben olmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacım yokmuş gibi hissettirir.
Benim içimdeki dalgalar dağları deler, o ses ise bağrımı deler.
Ben de ise sadece sessiz, sakin bir hal vuku bulur.
O haldır ki açar gecelerde sessiz ve sakin.
İşte gene de devam ederim hayata sessiz ve sakin, içimde çılgın dalgalar dağları deler.
Birçok haykırış boğazımda düğümlenir, gırtlağımda yük olur hissederim.
Gene de sessiz ve sakinimdir, çünkü hayat böyle güzeldir, böyle hissederim.
Gözlerimden akar birkaç yaş. O benim sakinleştiricimdir, o benim içimdeki gücü tekrar toplamamı sağlayan andır.
İşte bu yüzden gene de devam ederim hayata sessiz ve sakin, büyük bir sükunet yüzüme vurur.
İçimde ne dağların delindiğini benden başka kimse bilmez.
Aslında bu bana çok güzel şeyler getirir, benden pek bir şey de götürmez.
Her sabah uyandığımda daha güçlüyümdür. Nedenini biliyor musunuz?
Çünkü ben ağlayabiliyorum, gene de sessiz, sakin ve yüzüme vuran sükunetle devam ediyorum.
İşte budur bana hayatı kazandıracak olan.
Bu sayede aşmam gereken engeller sadece beni daha yukarı çıkaran bir durum haline gelir.
Bu sayede dünyayı yukarıdan izlerim, o zaman tam olduğumu görürüm.
İsyanım büyüktür artık.
Bu hayata olan isyanım değil, hayatımı zorlaştırana isyanım.
Bu sefer isyanıma kilit vurmaya çalışmayacağım.
Bunu böyle biliniz artık.
Bir varmış bir yokmuş, gidilen yollar çokmuş.
Ben çok yollar gitmişim, haberi yokmuş.
O haberi olmayanların umrumda mıymış dünya?
Sanmışlar ki içmişler hayatı bir bardak suda!
Biliyorum her zaman bardağın dolu tarafına bakmak gerekiyor.
Ama biraz daha anlatın be insan, tükeniyor.
Biraz dolu tarafından kelimeler verin.
Kelimeleri işlemek istiyorum, çünkü isyanım büyük.
Bilmiyorsun, görmüyorsun, görür gibi yapıyorsun, yanılgıların ortasına düşüyorsun.
İsyanımı kitlemedim, koymadım bir kutunun içine.
Atmadım kilidini denizin derinliklerine.
O kutuyu çok basit bir el hareketiyle açacağım.
O an işlenecek sana bütün hissim.
Hayat devam edecek ve durmayacak.
Her gün yaşadığın sıkıntı, şaşkınlık yüzüne vuracak.
Çünkü isyanım büyük,
ve bunu durduracak hiçbir şey yok.
Sessiz ve derinden, denizin daha diplerinden geleceğim.
Seni kitap gibi okuyup sessizce yanından gideceğim.
Tek hissedeceğin şey sessiz bir rüzgar. O rüzgarsa bir isyan.
İsyanım çok büyük, seni tümüyle saracak ve hayatının bir köşesinde olacak.
Hissedecek, bakacak, görecek, içine işleyeceksin.
Farkında olmadan bütün bunları yapacaksın.
Sonu geldiğindeyse günün.
Kafan gidecek yastığa, sen ise gidemeyeceksin uykuya.
Çünkü isyanım çok büyük..
Ben güzel bir adamım, 30 yaşına gelmiş güzel bir adam.
30 yıldır hayatın bezdiriciliğine, insanların saçma sapanlığına karşı koymuş bir adam.
Sanırım insanlık hiç bu kadar AYAK altında olmamıştı, kimse kusura bakmasın.
Büyük binalar, yalandan zenginlikler, üretmediğimiz kaliteli mallar, doyumsuz bizleri yarattı.
Bugün bu noktaya geldik. Ama kimse kusura bakmasın, hamurumuzda vardı bu.
Herkese duysun BUNU benim bir tane canım var. Her gün kendi sonuma gittiğimin farkındayım.
30 yıllık bir kavganın sonunda barış içinde yaşamak istedim.
Mümkün olmadı. Belki de olacaktır. Kavgamı devam ettiriyorum.
Ama insanın yorulduğu anlarda oluyor. Biliyor musunuz?
Yorulmuş olabilirim. Buradan kimseye ekmek çıkmaz!
Çünkü ben hala inanıyorum, kendime güveniyorum.
Çünkü ben güzel bir adamım.
İsyan etmenin faydasız olduğunu gördüm.
Ama bugünlere bakın ve cevap verin. Bu olanlar kimin eseri???!!!
Benim eserimse, söyleyin bu senin eserin, kapa çeneni diyin.
Eğer değilse çıkın açıkça, mertçe "bugünler benim eserim, bizim eserimiz" diyin.
Çünkü vicdanlar kanıyor.
Biliyorum ki kimse üzerine sorumluluk almayacak bu konuda.
Peki sorarım. Sormakta en büyük hakkımdır.
Hiç benim dünyamı anlamaya çalıştınız mı?
Doğru dürüst göremeyen bir adamım ben!
Asıl sorun zaten insanların birbirini anlamaya çalışmaması.
Lanet bir ortamda yaşıyoruz DOSTUM!
Ama ben kendi adıma bir şeyleri değiştireceğim..
Böyle gelmiş, böyle gitmez artık.
Bu böyle biline.
Haykırışlarım var benim. Hezeyanlarım var benim.
Beni güzele götürecek şekilde kullanacağım onları.
Hiçbir zaman bırakmıyorum hayatı. Bırakan bırakabilir.
Hiçbir zaman bezmiyorum hayattan, bezen bezebilir.
Sonuma giderken her gün başka bir mücadele.
Güzel olan bu belki de ama biraz da barış istiyorum be DOSTUM!
Çünkü haykırışlarımın altında kalmandan korkuyorum.
Bunu yazarken bir blues konserini dinliyorum.
Elimde bagedim. Yanımda çayım. Ocakta yumurtam var.
Güzel şeyler beni bekliyor.
En azından ben öyle kurguluyorum.
Ama sonuma giderken biraz da barış diyorum.
Haykırışlarım beni barışa ulaştırsın diyorum.
Ve yoluma gidiyorum.
Bir melodi geldi uzaklardan.
Duyduğum an etkisine kapıldığım bir melodi.
Beni duygusal bir yolculuğa çıkarmıştı.
Dans etmeye başlamıştım.
O melodiyi duyduğum her an,
İçim titriyordu.
Soğuk bir esinti bütün vücudumda dolanıyordu.
Üşümüyordum ama tüylerim diken diken oluyordu.
İşte o an o melodiyi tekrar başlatıyordum.
Duygularım birikiyordu içimde.
Kendini dışarı vurmak için doğru anı kovalar gibiydi.
O an bir merak sardı içimi.
Neydi içimdeki soğuk etkiyi dışarıya göstermenin yolu?
İçim içimi yiyordu.
İşte o an cevap geldi:
Birkaç damla gözyaşı.
İçimdeki müziği hissetmemi sağladı.
İşte o an başladı hayatla olan dansım.
Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi.
Gittikçe çoğalan bir ışık gördüm.
Koşuyordum gökten düşen yıldızların tepelerinde.
En sonunda çıktım bulutlara.
Bir merdiven gördüm.
Yer yüzüne iniyordu.
Yeşil bir çayırın ortasına inmiştim.
Ve o an pembe çiçekleri buldum.
Gözyaşlarımdan oluşan.
İşte o an dedim ki:
İçimdeki hazinelerin en büyüğü meğerse gözyaşımda saklıymış.
(Önce size durumu açıklayayım. Ben bizim bölümün çıkardığı dergide yazarlık yapmak istedim. Yazmak istediğim alan müzikti. Bu nedenle derginin editörü arkadaşımız, anahtar bir kelime verdi: "ağrı kesici". Ağrı kesiciyi müzikle birleştirmem gerekiyordu. Ben de "detay" diye yeni bir anahtar kelime buldum ve yazı o noktadan sonra devam etti.)
Detaya inmek en büyük ağrı kesicidir.
Müzik, detayların bir araya gelip ahenkle dans ettiği bir dans pisti gibidir. Ve detaylara inen biri ancak o dansın içinde, o figürleri yapar halde kendini bulabilir. Ve kendisini başka bir safhaya geçirebilir. Bu da aslında onun için en büyük ağrı kesicidir.
Mesela insan başı ağırdığı zaman, tek yaptığı bir yere odaklanıp orada kalmaktır. Sadece baş ağrısını düşünür; o zaman insan onunla ilgili yakınır, hayıflanır, zaman zaman söylenir, sık olmasa da küfür bile eder. Bazı insanlar bunu yapar çünkü bu kolay olandır. Ama o insanın bu seçimi yapmak yerine detaya inmeyi seçmesi gerekir. Çünkü detaya inmek en büyük ağrı kesicidir. Detayların en yücesi ise müziğin içinde barınmaktadır. Müzik o kadar destansı detaylar taşır ki, insan bazen sadece oraya yönelip diğer şeyleri unutur. Sadece o dünyada varlığını sürdürür ve sadece o dünyada var olanlarla ilgilenir. Diğerlerini dışlar. Neden dışlamasın ki? Şu anda o insan ağrısının yok olup gittiğini hissetmektedir. Ve gittikçe varlığını yitirdiğini görmektedir çünkü o insan detaya inmektedir. Ve unutmayalım ki detaya inmek en büyük ağrı kesicidir.
“Detaya inmek” ise o kadar kolay bir süreç değildir. Detaya inmenin öncül koşulu içinde yaptığın büyük bir meydan okumadan elde edilir. Başka bir deyişle konsantre olmak içsel dünyanda kendinle yaptığın en büyük meydan muharebesidir. Çünkü genelde insanlar hep anlık gelen ve giden konsantrasyon durumlarının mağduru olmayı seçmektedir, istemeseler de. Oysa insanın başka bir yol seçme ihtiyacı gün gibi açıktır. Başka bir yolun tanımı da şudur: “Tamamıyla kendini o akışa bırakmak ve seni asla bırakmayacağını, sana sıkı sıkı sarılayacağını düşündüren ve senin soyutsal düzleminde varlığını sürdüreceğini gösteren o akıl almaz şeyin ‘konsantre’ sana yol göstermesini izlemektir.” İşte başka bir yoldan kastımız tam olarak budur. İnsan bunu başardığında, samimi olarak başardığında, detaya inmeye sıra gelir. Detaya inmek ise, “içsel varoluşundaki dürtülerin açığa çıkarılıp, bizim yukarda tanımını koyduğumuz ‘konsantre’ diye nitelendirdiğimiz varoluşun birleşmesi sonucunda, beyinsel masturbasyon olmadan açığa çıkarttığı cümleler bütünü” olacaktır. Ki bunun ne kadar zor ve çetrefilli bir süreç olduğu, verdiğimiz tanımların içerdiği süreçlerden anlaşılabilmektedir. Ama tekrar hatırlıyoruz: “Detaya inmek en büyük ağrı kesicidir” ve inanalım ki bu katlanılası bir süreçtir. Bu süreci tamamladığınız anda elinizde doğal bir ağrı kesici olduğunu bileceğiz ve kendimizi daha güçlü hissedeceğiz.
En başta dediğimiz gibi, detayın en destansı olanları müziğin içinde barınmaktadır. Biraz da bundan bahsedelim. Müziği dinlediğinizde üzerine emek verilmiş, kafa yorulmuş bir sürü şey görürüz. Tabi burada bütün yukarda bahsettiğim süreçlerdeki sınavları başarıyla verdiğinizi varsayıyorum. Müziğin içinde olanları gördüğünüzde işte “detaya inmek” gerçekleşecek bir süreç ortaya çıkacaktır. Kısacası yukarda size teorik kısmını verdim. Şu anda bunu pratiğe dökeceğim. Bu açıklamadan sonra asıl bahsedeceğim yere geçeyim: “Müziğin içinde var olan şeyler nelerdir?” Müzik gerçekten içine kendini koyduğun ve müziği apanın yukarıda bahsettiğimiz konsantreyi sağladığı ve detaya inebilme gücünü edinebildiği bir şey ise, her gıdımında o insan ruhunu barındıran, ruhundaki üzüntüler taşıyan, ruhundaki gülümsemeyi sergileyen, ruhunun söylemek istediği cümleleri söyleyen ve somut dünyaya bunların hepsini yaymana yardım eden “destansı” bir karmaşalar dizesidir. Sonra beynindeki şifreleri barındıran, beynini emir-komuta zincirini, kullandığın enstrümanlar sayesinde görmeni sağlayan, düşüncelerini, düşünce yapını tüm dünyaya gösteren şeydir müzik. İşte “en başta en destansı detayları barındırır” cümlesinin sebebi, bu kadar şeyi içinde barındırmasıdır. En başlardan bir cümleyle bunu bağlamak istiyorum: “İnsan başı ağırdığı zaman, tek yaptığı bir yere odaklanıp orada kalmaktır.” Bu noktada yukarda bahsettiğim testleri verip, müzikteki destansı hikayeler bir göz attığınızda ne kadar çok şey yapıp ne kadar detaya indiğinizi görüyor musunuz? Ve detayın en büyük ağrı kesici olduğunu görüyor musunuz? Aslında en büyük ağrı kesici “kendini tek düzelikten kurtarıp, kendini belli alanda birçok parçaya bölmek, düşüncelerinizi oraya buraya dağıtmış gibi görünürken bile aslında bir bütünün parçalarında barındırmaktır. Müzik size bunu sağlamakta ise biçilmiş kaftandır.”
Ilk doğuş hayata, ilk gözlerini açış.
Hepimiz bu hayata tertemiz bir ruh ile geliyoruz. Doldurulacak tertemiz sayfalarımız var. Gözlerimizle inceliyoruz
hayatı. Ne kadar saf ve temiziz hiç bir şeyin farkında olmadan, bilinçsiz bir şekilde bakıyoruz. Ağlıyoruz. Avazımız
çıktığı kadar bağırıyoruz. Bu dünyaya gelmenin mutluluğu mu yoksa bu dünyaya gelmiş olmanın pişmanlığı mı? Bunları hiç
bilmiyoruz. Çünkü hayatla daha yeni tanışmışız. Ruhani bir tokalaşma içinde olan ruhumuz hayatla ilk temasını
gerçekleştiriyor. Dediğim gibi, o an için her şey o kadar net ki, sadece ruhumuzla varız.
"Bir bebek geldi dünyaya, yeni bir sevinç oluştu.
Ne yapacağını bilemeyen bir bebek vardı.
Çok saf, bir o kadar da naif bir şekilde hayata dokundu, gözleriyle etrafını süzdü.
Bir birleşim vardı o anda, bir şey vardı, birleşimi simgeleyen.
Bebeğin ağlaması daha doğrusu haykırışları duyuluyordu.
Kim biliyordu haykırışlarının ne anlama geldiğini?
Sevinç miydi? Yoksa Hüzün mü?
Bana kalırsa büyük bir sevinçti, çünkü o tertemiz bir ruhla dünyaya gelmiş.
Kendine tertemiz bir amaç edinmişti, gözlerinin içi parıldıyor.
Ben geldim hayat diyordu.
Haykırışları belki de bir notaydı.
Böylelikle hayata dokunuyordu ve notalardan sonunda bir müzik oluşacaktı.
Tabi bozuk bir müzik mi olacaktı, kulakları tırmalayan?
Yoksa insana huzur veren bir başyapıt mı olacaktı?
Bunlar ise zamanla anlaşılacaktı.
Hayatla içli dışlı olma.
Aslında, bu hayat boyu süren bir süreç. Hayatla hepimiz içli dışlı oluyoruz. Mücadelemizi verirken ya kırıcı oluyoruz
veya yapıcı oluyoruz. Aslında ikisini de yapıyoruz. Bunu fark etmemiz lazım. Hiçbirimiz temiz değiliz. Önemli olan soru
ne kadar temiziz? Şarkıda 'masum değiliz hiçbirimiz' diyor.
Hayat, bizim için de büyüdüğümüz bir süreç.
Ruhumuzun yüceldiği bir dönem,
Ya da ruhumuzun bataklığa saplandığı bir dönem.
Seçim bizim, biz insanların.
Hayat kendisi pek temiz değil.
Evet, hayatın kendisi temiz değil.
Çok fazla tuzak var. Her an sendeleyip düşebiliriz.
En büyük tuzak kendimize esir olmamız.
Ruhumuzu en çok ne kirletir biliyor musunuz?
Zihnimiz ve zihnimizin bize yaptığı oyunlar.
Aynı kitabın birinde geçtiği gibi,
Zihninize esir olmayın, ruhunuzu hayata katın.
Sizi felakete götürecek hislerinizi iyi fark edin.
Bunlarla her zaman barışık olarak,
İçinizde barındırdığınızı bilerek.
Ancak ona teslim olmadan yaşayın.
Yaşayın ki bataklığa sürüklenmeyin,
Çünkü bataklık sizi daha dibe çekecektir.
Bataklığı kurutmak zor olabilir.
Ve bataklığa batarken, bataklığı kurutamassınız.
O yüzden hiç bulaşmayın.
Eninde sonunda sizi dibe çekecektir, bunu bilin ve korkun.
O yüzden ilk bebek halinizde size miras olarak verilen
Temiz ruhu her zaman temiz tutun.
Tamamen mümkün olmasa da en azından temiz tutmayı deneyin.
Çünkü hayatın kendisi kirlidir, çok fazla tuzağı da içinde barındırır.
Temiz bir ruhu nasıl anlarız?
Temiz ruhlu insanlar kendilerini belli edebilir. Tabi dikkatli bakmak şartıyla, onu tanımak için bir şans vermek
şartıyla. Onun kendini sana açması gerekir. Bir umut, seni de temizleyebilir. Seni daha iyi bir insan yapabilir. Ama
dedim ya bataklığa saplanmıssan, o bataklık illa ki seni çekecektir. Ama temiz ruhlar kendi kararlarını verir. Kendileri
özgür ruhlardır. Hürdür ve uludur. Ayrıca sana yardım edecek kadar da eli açıktır.
Bir gün çıkın dışarı.
Sokaklarda dolaşın.
Sokağın birinde bir insan bulun.
Tamamen şans ve rastlantının birleşimi olsun o karşınıza çıkan insan.
Bir bakışınızı ona saklayın.
İnceleyin onu, gözlerinin içine bakın.
Farı sönmüş mü yoksa gözlerinin içimi parlıyor bir bakın.
O göz size çok şey anlatacaktır.
Gözlerinden göreceksin ruhu temiz mi kirli mi?
Eğer kirli bir ruhu varsa, dünyaya kızgın bakacaktır.
Ruhu temiz ise size pasparlak bir bakış atacaktır.
Karşınızdakini anlayın, iyi tanıyın.
Sonra yüzüne genel olarak bir bakın.
Gamzelerini görün, gülümsediğinde oraya çıkan.
O anda gözleri de parlayacaktır.
O gülümsemeyi yakaladığınız an.
Ne kadar saf bir varlıkla karşı karşıya olduğunuzu anlayacaksınız.
Onu daha çok mutlu etmelisiniz.
Onu üzmemelisiniz.
Eğer kirli bir ruhunuz varsa, onu kirletmeye çalışmamalısınız.
Kirletmeye çalışırsanız. O bir gün sizden vazgeçecektir.
Bir nevi daha sakin bir liman arayacaktır.
Bunu iyi bilin ve ona göre davranın.
Temiz ruhları farketmek çok önemlidir,
Bunun için bir şeyler yapın.
Ne kendinizi ne de karşınızdakini feda edin.
Çünkü kirliliğiniz temiz ruhlara bulaşamayacak,
Ve daha da kirlenmiş bir halde kalacaksınız.
Kendinizi bataklığın dibinde bulacaksınız.
Temiz ruhlu olmak için gerekenler vardır.
Yapacak çok iş var, bunu biliyor musunuz? Çok zor işler olmasa da. Her an dikkat gerektirir. Her an tetikte olmalısınız.
Sizi bekleyen pek çok tuzak var, ve o tuzakları kuran için, o tuzağa düşmek hayli eğlendirici olacaktır.
Hayat bu yüzden çok da basit değildir. Kendi yollarınızı bulacak ve hayat boyu o yolları takip edeceksiniz.
Asıl önemli olan, mümkün olduğunca temiz ruhlu olmaktır.
Temiz ruhlu olmak için gereken şeyler vardır.
Hepimiz ruhu iyi olmakla, adaletli olmakla donatılmışız.
İzlemeniz gereken yol işte budur.
Başkalarının hayatına iyilikle dokunmayı gerektirir.
Dünyanın ki o da size dokunsun.
Temiz bir ruhun duası gibi yoktur.
O duayı bir kere aldınız mı? Sırtınız yere gelmeyecektir.
Duaları hiç yanınızda eksik etmeyin.
Onun için iyilik yapın.
İyilik yapan, iyilik bulur.
Onun için adaletli olun.
Adaletli olan, kendisi içinde adaleti çağırır.
Kısacası temiz ruhlu insanları gözetin.
Onları arayın ve bulun.
Bulun ve ruhunuzun karanlığını, onların ışığıyla yenin.
Işık her zaman karanlığı yener.
Karanlığı yenin ve bir daha arkanıza bakmayın.
Kendinizi bataklığa çekmeyin.
Eninde sonunda seçim sizindir.
Hayatın kendi sorumluluğunuzda olduğunu bilin.
Farkettiğiniz ya da farketmediğiniz bir ruhunuz var.
Sizi orada buluşmak için bekliyor.
Belki çoktan birleştiniz, siz farkında değilsiniz.
Bu buluşmayı size sağlamak için başka temiz bir ruh da karşınıza çıkabilir.
Her zaman gözlerinizi açık tutun ve gözleri parlayan insanları arayın.
Bulduğunuzda, onun temizliğini almaya çalışın, onu kirletmeye çalışmak yerine.
Yıllarca süren bic mücadelenin ürünüdür hayat.
Hayatın çoğu sürünmekle geçer, az verir mutlu olabiliceğin zamanları sana hayat.
Bunun sorumluluğuyla hareket etmelisin. Sorumsuzluğu kaldırmaz ki hayat.
Sonraları sana el sallayabilir hayat.
Yaşadığım ülkede giden canlar var.
Uzun zamandır gidiyorlar.
Hiç birine tam anlamıyla el sallayamadık.
Çünkü hayat onlara uzaktan el sallarken, hiç farketmemiştik.
Hayır hayır ben sadece şu an gerçekleşen terrörden bahsetmiyorum.
Kadın cinayetleri, gezi zamanlarındaki olaylar. Daha niceleri var belki de, işte onlardan bahsediyorum.
Giden bir candır. Can ne bulunur, ne yerine konur, ne de bir can bir başkasının yerini tutar.
Giden candır can. Önemini anlamak uzun vakit almasa gerek.
Peki ya yaşayanlar, hala yaşayanlar var değil mi?
Bu ülkede kaç genç işsiz, kaçı mahdur bu ülkenin saçma sapan düzeni yüzünden.
Zenginler, nasıl zengin olduklarını tartışmam, onun cevabı vicdanlarda şekillenecektir.
Fakat kimileri filolarını gemi katarken ve adı da gemicik olurken.
Fakirleşen gençler ne yapacak. Mahdur olurken.
Yaşamak, tam mutlu olacakken mahdur olmak. Pek uyuşmayan bir kombinasyon.
Yaşayanın gene umudu var. Ya yaşamayanın neyi var.
Yaşayanın empatisi var, aslında yok ama onları da var şükür.
Peki yaşayıpta empatisi olmayanların olduğu bir mekanda, ne yapıcaklar?
İşte asıl önemli soru bu !
Hayat hiç bir zaman sana uzaktan el sallamamalı.
Yaşayanlar ve her gün sabah gözünü açtığında umutla tekrar tanışanlar.
Hayat gel bu kez şaşırt beni dememeli.
Aklımdan geçenleri karşıma koy dememeli.
Der ise bunu yaşamak ile yaşamamanın bir anlamı kalır mı? O kişi için?
Aslında bu satırları yazmak baya zor.
Hele yaşama hakkını, tam mutlu olabilecekken kaybeden insanların olduğu bir ülkede.
Ya da İstiklal Caddesinde taşın üzerinde yatan insanları gördüğün bugünlerde.
En büyük amaç insan olmaksa, umudu korumakta insanı insan yapan şeydir günümüzde.
Bunu korumaksa en büyük amacımız, sallandırdığımız bayrağımız..
Hayat sana uzaktan el sallamamalı.
Hayat sana gülümsemeli, ve beni takip et demeli.
Hayat işte o zaman gerçekten hayattır.
İşte o an hayatla arkadaş olmak önemli yaşayanlar için
Ya yaşamayanlar için, bunlarnı pek bir öenmi yok sanki.
Ama hayat devam ediyor.
Yaşayanı, yaşamayanlar gibi yapmamak için.
Anlayış sağlanmalı, Çünkü hayat sana her zaman kendine çeki düzen ver diyor.
Bunu sağlamalıyız.
Eğitimle, sanatla, sorgulamayla.
Tam mutlu olacakken, bunları bir kenara koymak.
Hem yaşamayanların sayısını arttıracak.
Hem de yaşayanları yaşamayan gibi yapacak.
Bunu unutmamal ve kulağımıza küpe etmeliyiz
Dünyanın en sakin köşesinde kendi halinde bir adam yaşıyormuş. Kendi dünyasında, kendi yaşanmışlıkları, kendi ruhunda her gün yanıp tutuşan arzu ve istekleriyle. Ama adam ne duyuyor, ne görüyormuş ve neredeyse tamamen felçmiş. Sadece sahip olduğu bir piyanoyla 10 tane parmağı ona hayat boyu sırdaşlık, arkadaşlık ediyormuş. Piyanosu kimi zaman onun sevgilisiymiş, kimi zaman onun en yakın dostuymuş. Ama sonuç olarak ona hayat boyu yaverlik eden biriymiş.
Bu adam piyano başına oturduğunda, o piyano ve tuşları sanki bir ruhta şekil bulup, ona hayatının en güzel anlarını yaşatıyormuş. Piyano başına oturup çalmaya başladığında birçok hikayenin başlangıcı ve bitişi rol alıyormuş o parmaklarında, ruhundan gelen titreşimlerde. Sanki o çalarken insan tam anlamıyla kendini cennette hisseder, aşkını sevdiğine ilan eder ya da tüm kızgınlıklarını toprağa gömer ve hayata yeniden başlarmış. O piyano başındayken insan o ana dalıp gider ve o piyanistin ruhundaki hissiyatın yanaştığı limanlara usulca yaklaşırmış. Ve o orada oldukça, diğer insanlar da orada olurmuş.
O adam çok güzel piyanistmiş. Birçok şeyi tadaması da haberci bir kuş misali, adamın ruhuna anlatıyormuş bunları. O sihirli parmakları birçok şeyi tadıyormuş piyanonun tuşlarında ve haberci bir kuş misali adamın ruhuna aktarıyormuş.
Bu metinde herhangi bir büyük dilbilgisi veya noktalama hatası yok. Ancak "kimi zaman" ifadesi "bazen" şeklinde değiştirilebilir. Ayrıca "o parmaklarında" ifadesi "onların parmaklarında" şeklinde değiştirilebilir çünkü önce "birçok hikayenin başlangıcı ve bitişi rol alıyormuş" deniyor, sonra da "ruhundan gelen titreşimlerde." deniyor, yani bu iki cümlede farklı kişilerden bahsediliyor.
Hayatın neresindesin? Belki de düşünülmesi gereken en mühim soru bu?
Koyarsın hedefleri, başarmaya çalışırsın, çoğu zaman tökezlersin.
Belki de bir taşa takılıp düşersin, sonra tekrar kalkarsın.
Ama açılan yara çok uzun zaman sonra kabuk bağlar.
Bunun böyle olacağını fark eder, içten içe sıkıntı yaşarsın.
O sıkıntı yüzüne yansır çoğu zaman.
Sorarsın kendine, yeterince yüzümde görünmüyor mu o sıkıntının izleri?
Yoksa insanlar mı çok dikkatsiz, umursamaz çoğu zaman?
Bu sorunun cevabı hayatında önemi olmayan bir cevap olarak gözükse de,
karar vermen tamamen hayatın neresinde olduğunla ilintilidir.
İnsan dediğin bir sürü hengamenin ortasındadır çoğu zaman. Bu da olağandır.
Önemli olan sağ kalabilmektir. Hayata devam edebilmenin şartı budur.
Savaştan sağ çıkamazsan, ya sakat kalırsın ya da bir ölü olursun.
Ne kalır bir anlamın hayata, ne de hayatın sana bir anlam ifade eder.
Bir kez durup dürüstçe sordun mu hiç? Neresindeyim hayatın diye.
İİşte ben sordum. Cevabı biliyorum.
Cevabı almaz insanlar ciddiye bunu da görüyorum.
Güçlü ya da zayıf olmak asıl olandır, bunu tamamen hissediyorum.
Günün sonunda kafamı yastığa koyduğumda, gözlerim yavaşça kapandığında,
belirir o cevap loşlaşmış ışıkların arasında.
Görürüm tüm çıplaklığıyla hayatın neresinde olduğumu.
Ya kaybedenler kulübüdür tarafım, ya da kazananların yeridir asıl sığınağım.
Evet, kazanmak bir sığınaktır. Sığınağım ise gözlerin kapalıyken bile bana sahip çıkandır.
Açılır tekrar gözlerim, güneş süzülür penceremden, hafifçe ısıtır beni.
Ve başka bir gün başlar, hayatın neresindeyim sorunsalına cevap bulmam için."
Uzun zamandır ilk defa canlı müzik yapan bir grubu izlemeye gittim,
İçimde bir hissiyat vardı bana eşlik eden,
Ve diyordu ki "Orada bir müzisyen göreceksin, sana seni anlatacak."
Cidden de öyle oldu, bir müzisyen gördüm beni bana anlatan.
Kendisi elektro gitar çalıyordu,
bir ara klasik gitar aldı eline ya da akustik tam emin olamadım.
Ama tartışma götürmez bir gerçekti ki enstrümanın bir anlamı yoktu.
Enstrumanı onun sadece bir uzantısıydı, birleşmişti onunla o sahnede.
Enstrumanına kendinden bir parçaymış gibi davranabiliyordu.
Sahnede gördüğüm o müzisyen.
Dimdik duruyordu o sahnede, dersin havasından geçilmiyordu.
Ama aslında biliyor musunuz öyle değildi.
Oradaki adam enstrumanıyla sevişiyordu sadece.
İşte bu yüzden sahnede gördüğüm o müzisyen benim için çok önemliydi.
Gecenin bitiminde gene aynı dik duruşu, çevreyi süzüşüyle sahnedeydi o müzisyen.
Enstrumanını çıkardı omzundan, sakin bir tavırla koyuverdi.
Sonra sahneden indi, yürüyüşünde hala o gecenin tatminliği vardı.
Her yanına yansımıştı, dedim bende sahnede bir müzisyen gördüm,
Ve o müzisyen beni yansıtıyordu, içimdeki bir şeyler onun sahnede anlattıklarını esleştiriyordu kendinde.
Dimdik ve onurlu bir müzisyen biçimleniyordu kendimde.
İnsan hayatının sırrını keşfetmek, belki de asıl gitmemiz gereken yol budur. Yüzler, evet insan yüzleri, her baktığında farklı görünür sana. Mimiklerimiz ayrı bir konu, ben daha büyük bir resimden bahsediyorum. Hepimiz birbirine hiç benzemeyen yüzlere sahibiz. Peki, nereden geliyor bu farklılık? Bunları hiç düşündünüz mü? Metroda, otobüste veya vapurda, canlı bir müzik grubunu izlerken, kısacası hayatın herhangi bir köşesinde, hep insan yüzlerini inceliyorum. Hepsi farklı anlatımlar, farklı yaşanmışlıklar, üzüntüler, sevinçler, sevgi sözcükleri, bağlılık yeminleri, duyulan aşkın heyecanı, evet hepsini insanın yüzünde görüyorum. İnsan yüzü sahip olduğu ruhun "mabedi" gibidir.
Tertemiz bir yüzü vardı onun.
Mabedin de uyanmıştı güne.
Heyecanlıydı, tutkuluydu.
Aynanın karşısına geçti, kendisine baktı.
Yüzüne güzel bir gülümseme kondurdu, ve yola çıktı.
Yolda olmak, ona mabedini korumak zorunda olduğunu hissettirdi.
Dünyanın güzel bir yer olduğunu biliyorduysa da,
dünyanın kirli bir yer olduğunun farkındaydı.
Çünkü herkesin bir mabedi vardı.
Ve değişik anlatımların, yaşanmışlıkların sahibi bu mabetler,
içinde savaş olan mabetler,
beceriksizlik olan mabetler,
kıskançlık olanları,
ve tamamen huzurla dolmuş olanları.
Artık biliyordu, ayrımını yapmıştı.
Yolda olmak ona bunları farkettirmişti.
Bir gün yoldayken, şöyle bir gökyüzüne baktı.
Hava açık ve güneşliydi, çok hoşuna gitmişti.
Daha sonra düşündü, insan mabedinde neyi bekler diye.
Evet, bulmuştu, pasparlak bir güneşi.
Peki, neyi anlamıştı? Güneşi bulduğunda içeriye davet etmesi gerektiğini.
Peki, neye fırsat vermişti? Güneşin her yeri aydınlatmasına.
Artık onun mabedi parlıyor, ışık saçıyordu.
Ona yakın mabetlere de ışığından bir parça veriyordu.
Yoldayken bunları yapıyor, güneşin ondan gitmesine hiç izin vermiyordu.
Mutlu ve huzurluydu.
Önündeki pasparlak yol uzanıp gidiyordu...
Karanlıktaki meleklerim benim hayatımda cidden çok önemli bir yer tutuyor,
çünkü ne zaman kendilerini açığa vurmalarını gerektiklerini iyi biliyorlar.
O an elimden tutarak, önümü göremezken bile önümü görmemi sağlıyorlar.
İşte karanlıktaki meleklerim o yüzden benim için çok önemli bir yer tutuyor.
Hayatımı sil baştan yeniden başlatıyor sanki karanlıkta ki meleklerim.
Çocukluk zamanlarımda bile hatırladığım meleklerim var benim.
Çok önemli dokunuşlar yapmışlar.
Beni baştan aşağı tekrar inşa etmişler sanki.
Karanlıktaki meleklerim bana çok yardımcı olmuşlar, özellikle hayatımın kış zamanlarında.
Kışlar soğuktur, çetindir, karanlıktır.
Güneş kendini pek göstermez,
gösterse de o kış güneşidir ve varlığını pek belli etmez.
Zaten kış güneşi de bilirsiniz yeterince ısıtmaz.
O buz tutan ruhumun buzlarını çözmekten çok uzaktır.
İşte o an gelir karanlıktaki meleklerim bulur beni.
Elimden tutar, buz tutan yollardan rahatça geçmemi sağlar.
Her kışın sonu bahardır, biliriz.
Bahara ulaşmam için bana kısa yollar verir.
Aslında insan kışı da sevmelidir,
hatta her insanın hayatında kış mevsimi olmalıdır.
Olmalıdır ki bahara ulaşmanın paha biçilemez olduğunu bilsin.
Kış mevsimi insana olgunluğu getirir,
hayata bakışını değiştirir.
Yutkunmayı öğretir, sabrı öğretir.
Aslında bunu ona öğreten kış değildir.
Kışın karalığında ansızın gelip kapını çalan meleklerdir.
O yüzden insan karanlıktaki melekleri her zaman yanında tutmalıdır.
Bahara ulaştığında bile samimi bir tarzın olmalıdır meleklerinle,
çünkü onların etkisi her zaman devam eder.
Hiçbir zaman yadsınamaz.
Karanlıktaki meleği insan sevmeli, korumalı ve her zaman yüreğinde bir yeri onun için hazır tutmalıdır.
Karanlıktaki melekler, karanlığın emdiği ruhunu, ışığıyla aydınlatır ve ona can suyu verir.
Tıpkı bir çiçeğe su verdiğinde çiçeğin coşması ve bütün renklerini etrafına yayması gibi,
insanın ruhundaki renkler de yayılır ve karanlığı yener.
Karanlığı yenmek ne kadar önemli olsa da bir yerlerde tekrar karalığın olacağını bilmek gerek.
Karanlıktaki meleklerin o karanlıklara gizlediğini, senin için hazır olduğunu bilmek gerek.
Seninse o melekleri nasıl hayatında tutacağını bilmen gerek,
çünkü hayatındaki aydınlık yolu ancak onların ışığının yardımıyla bulacaksın.
Kendi aydınlığını kaybettiğin zamanlar olacak, buna emin olman gerek.
Karanlıktaki meleklerini sev,
arada bir onlara güzel şeyler söyle.
Kendilerini güzel hissetmelerini sağla,
sağla ki zamanı geldiğinde yanında, omuz omuza seninle cephede olsunlar.
Bana ilham veren bir şeydi bu.
Bazıları içinse tam ibretlik olabilir,
tabi hayatın neresinden tuttuğunla alakalı sanırım hayatı yaşamak.
Bu farkındalığı bile tatmak, çoğumuz için çok uzak bir köye gitmekti.
Fakat ne mecalimiz vardı oralara gitmek için,
ne de ufkumuz o kadar genişti. Bunları görmek için
bizim için sadece bir hayaldi. Daha doğrusu kimimiz için
aslında sükutu hayaldi yaşamak.
Sadece sükutu hayal.
Aslına bakarsak hayat, kanıtlarla yaşanıyordu.
O anın kanıtları, hayat denen kaydın bir parçası oluyordu.
O kayıt ise sana ilhamı veren yaşanmışlıklardı anı yakaladığında.
Peki, farkında olabiliyor muyduk? O her zaman oradaydı.
Bunun cevabı neydi? Bana cevabı verebilir misin?
Bir cevabın varsa şayet,
Örnek yaşanmışlıklar bunu gösteriyordu. Bunu içten içe biliyorduk.
İşte onlardan biri anlatılacaktı tüm kanıtlarıyla,
yaşadığımız bugünde belki de.
Bir şey alacak mıydık? Ben aldım kendi adıma, ya sen...
Gün başladı gözümü açmamla,
hava güneşli ve kuşlar ötüyor.
Gökyüzü pırıl pırıl,
kendimi attım dışarı.
Mahallemizde bir market vardı,
kendisi 40 yaşında.
Ve orada çalışan bir amca,
Kendisi 70 yaşında.
Hep görürüm yıllardır,
Dimdik ayakta.
Yaptım alışverişimi,
Paramı ödedim.
Yetmiş yaşında adam,
Benden genç ve diri.
Hayata bağlı seviyor, direniyor.
Allah'ın Pazar'ında, kasiyer koltuğuna oturmasından belli.
İlk başta düşünemedim tabii ayrıntıyı,
sonra kafama dank etti.
Aslında bilmiyordum, adamın 70 yaşında olduğunu,
sanıyordum ki 60 falan.
Gerçi 60 olsa da farketmez,
benim 60'ta ne olacağımı kim biliyor!
Kimin yarın ne olacağını, kim biliyor!
Hepsi bir kanıt olacak günü geldiğinde,
Kayıtlarda, kaydedilmiş birer kanıt,
Sadece o kadar.
Tekrar gittim o markete,
Sedim amcaya, "Amca sana maşallah,
Pazar'ın 7'sinde buradasın.
Peki bunu dediğim de saat kaçtı?
Akşamın 9'u, tam 14 saat".
Dedim, "Öğlene kadar yatsan sana kimse bir şey demez".
Sonra yaşını öğrendim, 70 yaşında.
Ama o adamın dik duruşu,
Duruşunda ki güç, dirayet. Bizde var mı? Sen de var mı?
Nerden geliyordu bu?!
Bu azim, bu coşku? Nereden?
İşte soru!!!
Marketten çıktım ve evin yolunu tutarken kendime dedim ki,
"Ne harika bir şey aslında şahit olduğum anlayana.
Hayat sana karşılıksız çek yazmıyor ki, öleceğin yaşı seçesin.
Ama adam 70 yaşında tam tamına 70 sene.
Gözüken o ki bu yol 90'a kadar gider,
Ama eminim 90'da da bu amca, bu şekilde gene dik duracaktır.
Peki bizler duracak mıyız?
Arkamızda ne kanıtlar bıraktık, kayıtlara nasıl geçtik?
İşte bize cevabı bu verecek galiba.
Hayat boş bir çek değil, marketteki amcadan ilham alalım.
Sana uyandım bir sabah İstanbul.
Karanlığın yüzüme vurdu..
Adeta ruhumu emmeye hazırlanmış ruhsuz bir canavar gibiydin..
Bekliyordun kuytuda ruhumu emmeye hazır gibiydin ey güzide İstanbul.
Soğuğunda attım uykumu üzerimden İstanbul..
Gök yüzü yavaş yavaş aydınlanırken..
Ayazın tenimin her yerine işledi be İstanbul..
Sen ne gaddar, vicdansız bir memleketmişsin, oyuncak etmeye kalkmışsın beni İstanbul.
Taşlaşmış doğanın o renksiz, o melodisiz, o sanatsız sokaklarında yürüdüm İstanbul..
Ruhumu emen, beni bir çare başımı öne eğmek zorunda bırakan o renksiz, o ruhsuz caddelerin..
Canına okunmuş, senin cidden İstanbul..
Sana bunu kim yaptı?
Sana geldim İstanbul..
Ver içinde sakladığın hüznü, mutluluğu..
Hüznünü ve mutluluğunu birleştirip kendimi arayayım sende İstanbul..
Belki o zaman asıl seni görürüm.
Saklıyorsun içinde bir hazine biliyorum..
Bütün bu betonlaşma, bu vicdansızlaşma, insanlardaki umursamazlık..
Seni yansıtmıyor İstanbul..
Hayatıysa hiç yansıtmıyor, bunu biliyorum.
Sokaklardayım İstanbul, sana geldim..
Yürüyorum sabahın 6’sında, ayazın içinde..
Titremem, üşümem beklenir belki de..
Oysa ki titrememin kesilmesi, olayın aslını görmemle başladı.
O yüzden seni fotoğraflıyorum İstanbul..
İstanbul’da, hayatın tam merkezinde kendime geliyorum..
Senden ruhuma alacağım çok şey olduğunu biliyorum..
Adeta müzik notaları gibisin İstanbul.
Sana geldim İstanbul, sana geldim hayat..
Lanet olası ruhlarla dolusun..
Zehirlenmiş, zehirleyen ruhlara her gün ev sahipliği yapıyorsun..
Ama olsun. Sen bir hayatsın, hayatsa bir İstanbul.
Yaşayacağım seni İstanbul. Yaşayacağım seni hayat..
Bir vampir misali omzuna diş geçirip kanını emmekten ziyade..
Seni büyütmenin, seni anlamlı kılmanın yollarını arayacağım..
Çünkü sana geldim İstanbul.
Bazı şeylerin kökleri kurumuş,
Başını önüne eğmiş o şeyler,
Artık ne kadar suyunu versen de ihtiyaç duyduğu oksijeni alamıyor,
Tamamen bitmiş, kurumuş ve tükenmiş.
Hayatın neresindesin? Belki de düşünülmesi gereken en mühim soru bu?
Koyarsın hedefleri, başarmaya çalışırsın, çoğu zaman tökezlersin.
Belki de bir taşa takılıp düşer, sonra tekrar kalkarsın.
Ama açılan yara çok uzun zaman sonra kabuk bağlar.
Bunun böyle olacağını fark eder, içten içe sıkıntı yaşarsın.
O sıkıntı yüzüne yansır çoğu zaman.
Sorarsın kendine, yeterince yüzümde görünmüyor mu o sıkıntının izleri? Yoksa insanlar mı çok dikkatsiz,
umursamaz çoğu zaman?
Bu sorunun cevabı hayatında önemi olmayan bir cevap olarak görünse de,
Karar vermen tamamen hayatın neresinde olduğunla ilintilidir.
İnsan dediğin bir sürü hengamenin ortasındadır çoğu zaman. Bu da olağandır.
Önemli olan sağ kalabilmektir. Hayata devam edebilmenin şartı budur.
Savaştan sağ çıkamazsan, ya sakat kalırsın ya da bir ölü olursun.
Ne kalır bir anlamın hayata, ne de hayatın sana bir anlam ifade eder.
Bir kere durup dürüst bir şekilde sordun mu hiç? Neresindeyim hayatın diye.
İşte ben sordum. Cevabı biliyorum.
Cevabı almazlar insanlar ciddiye bunu da görüyorum.
Güçlü ya da zayıf olmak asıl olandır, bunu tamamen hissediyorum.
Günün sonunda kafamı yastığa koyduğumda, gözlerim yavaş yavaş kapandığında,
Belirir o cevap loşlaşmış ışıkların arasında.
Görürüm tüm çıplaklığıyla hayatın neresinde olduğumu.
Ya kaybedenler kulübüdür tarafım, ya da kazananların yeridir asıl sığınağım.
Evet, kazanmak bir sığınaktır. Sığınağım ise; gözlerin kapalıyken bile bana sahip çıkandır.
Açılır tekrar gözlerim, güneş süzülür penceremden, hafifçe ısıtır beni.
Ve başka bir gün başlar, hayatın neresindeyim sorunsalına cevap bulmam için.
Şu aralar çok şey biliyorum hayatım hakkında.
Sildim gözümden akan yalnız yaşları.
Ruhuma akıtıp yakıyorum onları.
Gelemiyorlar artık gözlerime, ışıldayamıyorlar yanaklarımdan.
Yoramıyorlar ruhumu, derinlere itmeyi başaramıyorlar her an beni, boğulmama neden olamıyorlar ruhumu.
Sanırım gözlerimi kapattım bir şeylere.
Görmüyorum ya da görmek istemiyorum gerçekleri.
Yine de taşıyorum ruhumda kuruyan o gözyaşlarını, tüm gerçekleri.
Yaşanmışlıklar gidiyor, bir daha geri gelmezcesine.
Yine de yaşıyorum hayatı tadına bakmayı umut ederek.
Benim sessiz çığlıklarım var.
Bas bas bağırıyor, çağırıyor, sağa sola saldırıyor.
İçin için ağlıyor. Dışarıdan görünmüyor belki.
Ama içimdeki fırtınalar durmuyor.
Gözlerimden akıyor bir kaç damla yaş.
Yüzümü sıkıyorum o an.
Çünkü sessiz çığlığımı kimsenin görmesini istemiyorum.
Çünkü istiyorum kendimle kalmak. O anlarda.
Bu bir anlaşılamama korkusu değil.
Bu bir çığlığındaki netliğin görülememe korkusu değil.
Bu bir kulakları sağır etme korkusu hiç değil.
Bu sadece insanın içindeki olgunlaşmış bir ruhun göstergesi o kadar.
Aslında içimde olan bir volkan, köpürmeyi bekliyor.
O kadar güçlü ki önüne geleni siler süpürür.
Çığlığımın çıkmasına bir izin versem, görülecektir neyin ne olduğu!
Ben gene de sessiz kalarak ilerlemeyi seçiyorum.
Aslında bu hikaye çok yaşanmaması gereken bir hikaye.
İçimdeki çığlık o kadar biriktiki dışarı çıkacağı günü iple çekiyor.
Ve illa ki çıkacak, bunu beklemelisiniz.
Hayat boyu göz yaşları dökmeyeceğim.
İçimde bas bas bağıran bir ses.
Geliyor ses sana aynı zamanda için için ağlıyorum. Bunu da bil.
Hayatımda hiç bunu hissetmedim. Ve bunu bana hissettirmeye kimsenin hakkı yoktu.
Gene de bilinsin ki sımsıkı sarılıyorum hayata.
İçimi ağlatan bu olay çok büyük, bunu herkes bilsin.
Kimse yaşamadı büyük bir olay demiyorum.
Gene de kimsenin kalemşörlüğünün işe yaramayacağını söylüyorum.
Kalemşörler yüzünden de içim ağlıyor. Bunu bilin!!!
Kalemşörleri çok iyi tanıdım. İçimde çok iyi tanıdı.
Hepsini not ettim. Günlüğümde yazılılar. İsimlerine kadar kayıtlılar.
Gerçekten bir yaratıcı varsa ve bir adalet söz konusuysa, içimdeki haykırışı görmesini talep ediyorum.
Bunların da hakkı neyse onun başına gelmesini, sessiz bir çığlık atarak istiyorum.
Bir gün her şey ortaya çıkacak.
Sessiz çığlığımı o zamana kadar içimde tutacağım.
Önceki şiirimde yazdığım gibi isyanım çok büyüktür.
Ne kaçan, ne uçan kurtulur.
Arkasında duramadığınız insanlığınız bir gün sizin içinize de sessiz çığlık bırakacaktır.
Sessiz ve sakinim, bu durgun olduğum anlamına gelmez.
İçimdeki volkanın nasıl köpürdüğünü görseniz...
Yarın gelir, benden özür dilersiniz.
Ama bunun hiçbir anlamı yok.
Zamanı gelince doğrusunu yaparsanız anlamı var.
İçimdeki çığlık ancak böyle susar.
Ama gasp ettiğiniz zamanları geri getirmez.
Sizle hesaplaşmayı cidden çok istiyorum.
Umarım ahiret denen hesaplaşma günü cidden vardır,
umarım bir ilahi adalet vardır ve tepemize güneş gibi doğar.
Umarım o zaman kim kel, kim değil görülür. Çünkü kel kafa parlar güneşi yansıtır.
Şimdilik bu kadar, sadece bilin içimdeki sessiz çığlığı.
Umarım ahiret günü vardır ve karşıma çıkarsınız.
Bizim hesabımız orada olacaktır.
Çok da iyi bir hesaplaşma olacaktır. O günü bekleyin ve sessiz çığlığımı hissedin!
Ölen insanlar için elbet üzülürsün. Ağacın dalında ki yapraklardır insanlar. Sonbahar gelir, yapraklar yerlere düşer. İşte insanlar öldüğünde, bizim de son baharımız geldi demektir. İnsanlıktan bir parça kopar illa ki. Kendini eksik hissedersin, bir can yitip gitmiştir. İnsanlık ölüyordur. Bunu gören gözlerin ne hissedeceğini bilemeyen bir ruhun vardır. Çırpınır, çırpınır durur. İnsan ölüyorsa, insan ölmüştür. Giden bir candır. Hele yaşanan olaylar der ki: bu yarınlarda sen de olabilirsin. Kendin ölmüş gibi hissedersin. Sanki prova edersin. Son 4-5 aydır ölümden başka bir şey görmüyor bu gözler. Paris'te ölse de, dünya iki yüzlülük yapsa da umrumda değil. Zaten bunu bilmiyor muyuz? Alışık değil miyiz? Ne hissedeceğimi hakikaten bilmiyorum. Ne insanlığın kaldığı günler, ne de insanca yaşamanın ne olduğunu bildiğimiz günler tekrardan bizlere yaklaşıyor. Gittikçe uzaklaşıyorlar. Lanet olsun.
Bugüne kadar uyamadığım bir söz kalıbı. Ne kadar ben hayata böyle bakmasam da, bir ilham geldi içime ve bir vatandaş olarak bir şeyler yazmak istedim.
Filler tepişir, çimenler ezilir. Ne kadar da popülaritesi yüksek olabileceğini gösteren bir cümle değil mi? Bana vahşi kapitalizmin, sömürge düzeninin bilinç altına koyduğu bir cümle gibi gözüküyor. Bunun için kimseyi suçlayamazsın da, sorgulayamazsın da. Yaşanan günlerin eziciliği hepimizin tepesinde. Ayrıca bilinç altı ile mücadele etmek çok zordur, hele kendimizi bulmamızı engelleyen bu baskıcı toplumda.
Sigmund Freud zihindeki 3 farklı sesten söz eder: ego, süper ego ve id'dir. Bu çok basit bir örnekle açıklanıyor. Süper ego der ki "çişini tut", id "ne tutuyorsun, koyuver gitsin" der. Ego ise "müsade iste, git ve çişini yap" der. Süper ego bilinç altını temsil etmektedir ve okuduğum bir kitapta bir bireyin 30 yıllık süre zarfının psikolojisini, toplumsal mesajlarını içinde tuttuğunu ve bunların bireyin yaşamını bir şekilde yönlendirdiğini söyler. Bu yüzden en önemlisi özgür bireyler olmak kanımca.
Peki bizi çimen yapan nedir? Aslında çimeden çimene fark var tabii ki. Aslında çimenin doğada çok önemli bir yeri vardır, hadi bunu yazalım. Peki bizi ezilen çimen pozisyonuna sokan nedir? Doğaya, çevresine yararlı olan, toprağı koruyan, ineğin sütünü daha bir güzel yapan, tavuğun daha iyi beslenmesini sağlayıp, o beyaz çeper içindeki sarının daha bir güzel daha bir canlı olmasını sağlayan bir çimen olmak yerine hadi bunları da bir inceleyelim, ama cesurca irdeleyelim. Çuvaldızı da iğneyi de kendimize batıralım.
Bu ülkenin genç ve zengin kitlesi çocukluğumdan beri anlatılır. Öyle ki çiğneye, çiğneye tadı kaçmış bir sakız olmuştur. Ne sebepten tadı kaçmış bir sakız olmuştur? BİYAT kültürü yüzünden. Anahtar sözcüğümüz BİYAT. BİYAT'ın açılımını yapalım; zihnimizdeki "hayde" yankısıyla. Bana uyacaksın, dediğimi yapacaksın, ya bendensin ya acı çeken taraftasın. Sizin devamlı şikayet ettiğiniz kutuplaşma bu toplumu çok zaman önce sarmış. Ama ne olursa olsun bu ülke bunu aşmış, kendini bulmuş bireylerle dolu. Ama böyle bir durumun yan etkisi ise kaçınılmaz olarak
Bu satırları yazan kişinin %70 görme kaybı vardır. Hayatı hiç bırakmamıştır. Ama yukarıda vurgulanan olgunun acısını damarlarında yaşamıştır. Buna rağmen bırakmamış ve devam etmiştir. Ezilen çimenlerden olmamıştır. Olay da budur. Ve bugün bir hazineyi bulmuştur: kendisi.
Çevresinde o ve onun gibi insanların varlığını bilerek yaşamaktadır. Yaşamı boyunca uğraşmıştır. Bu yaşadığı toplumun saçmalıklarının bir parçası olmamıştır. Üretmeyen, kopya çeken, hazır yiyen, emeğe inanmayan kişilerden olmamıştır. Bu yüzden hazımsızlık çeken kişilerden olmamıştır. Bu paragraf çok önemlidir.
Onun yerine şunları seçmiştir: bilime, ilerlemeye inanan, sanatın kendisini keşfetmesinde çok büyük bir rolü olduğunu bilen, müziğe gönül vermiş, her dokunuşun ondan bir parçayı ifade ettiğini bilen, pozitif bilimlere sarılmak ve pozitivizmin arkasından gitmek çok önemlidir. Hayat dogmatik olamaz. Platon der ki, “Bir nehre iki kez giremezsiniz çünkü doğa değişim sürecindedir.” Platon’a göre ideler dünyası ve nesneler dünyası vardır. Bu yüzden birilerinin ezberiyle senaryo haline getirdiği bir dünya da yaşamak yanlıştır, dayatılması yaşamın kendisini inkar etmektir. Bu inkarın yaşamımızda bize neleri tecrübe ettiğimizi görüyoruz. Devamlı konuşup, düşünce yapısını empoze etmeye çalışanların şimdi suskunlaşması bu yüzdendir. Çünkü bu dönem İngilizce'deki tabiriyle “confront zone” kendilerini rahat hissettiği bölgenin dışındadır. Ama confront zone'unu terk edebilecek cesareti gösterenler için yarınlar şekillenecektir. Bu çok açık bir gerçek.
Ve dahası, insanların birer birey olduğunu bilen, bunu hisseden, korumaya çalışan, fikirsel ilerlemenin en öncemli şey olduğunu bilen, Sokrat düşünce tarzının ilerlemeyi getireceğini bilen, ya da surrealist olmadan, rasyonel, realist, pragmatist yaklaşımları silah yaparak ilerleyen. Kısacası aydınlığı seçmiş kişi olarak, hayatın gerçekçi düzlemine gelen kişi olmuştur.
Ve dahası, vicdanlı olan, hiçbir zaman abartıya kaçacak tepkiler vermemiş, karşı tarafı düşünmüş, bu sebeplerden ezilen çimen olmayan, ne kapitalizme, ne emperyalizme ne feodalizmin karanlık aşiret anlayışına, yani karanlık yüzüne izin vermeyen kişi olmuştur.
Son olaylar, insanların yaşam hakları, ellerinden alınan haklar. Bunların hiçbiri unutulmayacaktır. Belki hiçbir zaman tam şekilde dillendirilemeyecek duyguları insanların içine yerleştirmiştir. Hepsinin yeri olmuştur insan zihninde, bu kaçınılmaz olarak gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle, hiçbiri cümleye gelmese de, vicdanımızda bir ruhsal durumun özeti olarak kalacaktır. Ve her zaman hatırladığımız bu anlatım, bizi karanlıklara karşı koruyacak. İleriye yeni adımlar attıracaktır. Çünkü yerinde durmak yerine, dogmatik gerçeklere inanmak yerine, bu olayların neden olduğunu anlamış ve gerçekten ileriye dönük tezlerini üretmiş, karşısına çıkacak antitezlerden korkmayıp, sentez yapabilen birey, gelecekte olacaktır. Sokrates ne kadar önemliymiş değil mi?
İşte bu sebepten ötürü, sorumluluklarımızın bilincinde olarak ve bunları yerine getirme zorunluluğumuzun olduğunu bilerek her gün yaşayacağız. Çünkü bu ülkede olanın sorumluluğu, bizlerin omuzlarındadır. Sorumluluktan kaçamayız. Bu misyon daha en başından yüklenmişti zaten omuzlarımıza. Bugünlerde ise vurgusunun çok daha arttığını görüyoruz. Bunu görmemek bir aptallık olurdu. Ve o günlere ihanet içinde olmaya bedeldi.
O günler... Kurtuluş Savaşı'nın yapıldığı günler. Bizlere sınırları belli, toprakları çok güzel olan bir ülkenin verildiği günler. Bu ülkede bugünkü mentalite o zaman olsaydı, biz burada olamazdık. Ama merak etmeyiniz. O yarınlarda olacaklar burada olmayabilirler. Biz bugünlerde, o günün yarınları olarak buradayız. Ve sadece bir imparatorluğun, yarım kalmış yıkılma hikayesini yazıyoruz an itibariyle. Kitabın eksik kalmış bölümünü tamamlıyor gibiyiz. Bizim cümlelerimizle tamamlanıyor bugünler. Aferin bizlere. Koca bir aferin.
O günler ne güzeldi oysaki. Türkiye'nin bir olması için verilen mücadele, o yoklukların çekildiği günler. Keşke o günlerde yaşama fırsatı bana verilseydi. Belki de bir enkazın tekrar bir binaya getirilmesinde bir payım olmalıydı. Ne hemşireleri vardı. Ne doktoru. Ne öğretmeni. Ne de okulu. Ama ünlü Türk filmi HABABAM SINIFI'daki sevgili hocamız Mahmut hocanın dediği gibi, "okul sadece 4 duvarı olan bir yer değildir. OKUL HER YERDİR." Hayatı o anda öğrenmek lazımdı. Hiçbir şey çok kolay değildi. O yüzden KOLTUĞUNUZA OTURUP OSURAN BİREYLER OLMAYIN. Sorumluluklarınızı yerine getirin. Yarın yeni bir gün ve yarından sonrası.
Okul, okul, okul… Cumhuriyet dönemini kendimize okul yapmalıyız. Bir açıp, okumalıyız o dönemi. Neler üretmişiz? Olmayan parayla Osmanlı borçlarını mı ödemişiz? Tersane mi yapmışız? Ek olarak, bunları ne imkansızlıklarla yapmışız? Alın işte size okul. Cumhuriyet döneminde çıkan müzisyenler en büyük merakımız olabilir. İşte size bir okul ve 4 duvarı yok.
Cumhuriyet dönemindeki sanat akımlarını, özellikle müzik kısmında yapılan şeyleri inceleyiniz.
Ve dahası... Bugünlerde saklı aslında. Üretmeyen, hazıra yatan, üretmediği şeylerle hava atan insanlar. Bunu yapmak, bu ülkenin mirasına ihanettir. Araba yapıp, arabanın çekme Cadillac diye konuşulması can acıtan bir durumdur. Ülkenin hiçbir şeyi yokken ki günlerden, bugünlerin kapitalist oyuncağı olmaya çok başarılıyız. Ve dahası... Bugünlerde saklı aslında. Üretmeyen, hazıra yatan, üretmediği şeylerle hava atan insanlar. Bunu yapmak, bu ülkenin mirasına ihanettir. Araba yapıp, arabanın çekme Cadillac diye konuşulması can acıtan bir durumdur. Ülkenin hiçbir şeyi yokken ki günlerden, bugünlerin kapitalist oyuncağı olmaya çok başarılıyız. Aferin bizlere.
Ve birkaç şey daha… Okuduğumuzu anlamakta neredeyiz? Bunu bırak, ülke kendini anlamana izin vermezken, okuduğunu anlamak ne gibi bir düşüncedir? Bu mümkün müdür? Bunlar kilittir, olmayınca olmuyor. Yok ettik bunları. Bana hiç varolmadı ki zaten demeyin. Kandırmayın bizleri. Bu kandırmaya gelmeyen bireyler olarak koca bir aferin bize.
Ölen insanlarımız var. Bir söz var: “Bir ağaçta 1000 yaprak vardır ama hepsi birbirine bağlıdır. Yaşam enerjilerini birbirinden alır. Evet, bir yaprak bile daldan düşerse, diğer yaprakların ömürlerinden ömür gider.” Bizler gidiyoruz. Bu yüzden, diğer yaprakları yeterince beslemek için kendimizi daha çok hayata adıyoruz. Çünkü elimizden başka hiçbir şey gelmiyor!
Bir söz daha vardır: “Everyone dies, not really lives.” der ki bu söz, herkes ölür ama gerçekten yaşamaz der. Karanlığı aydınlıkla bastıranlar için, ölüm başka bir kapıyı açacaktır belki de. Ya da aydınlık koşusunda ki bayrağı almış insanlar için, kapılar açılacaktır. Ya ötekiler! Onun cevabı ise burada bulunamayacaktır.
Gazoz olma efsane ol. Aslında bu sloganı hiç sevmedim. Markaya ne kadar katkı sağladığı tartışılır. Reklamını ise irite edici buldum. Hele kovboyun bumerangı fırlatıp, karşısındaki kızılderilinin gazozunu açması çok absürt bir sahneydi. Kovboyla bumerangın bir alakası var mı? Yoksa bumerang kızılderiliye ait olan bir şey miydi? Tam hatırlamıyorum. Red Kit'in bir sahnesinde buna dair bir ipucu olabilir.
Neyse, hikayeyi kısa keselim. İngilizce'de deyimiyle "cut to the chase, get straight to the point" lagalugayı kes, direkt konuya gel diye çevrilebilir. Bu laf bugünlerde 2 yönüyle sorgulanmaktadır. Birincisi ironik "sarcastic", ikincisi metaforik.
İngilizce'de iki kelime var: Cheesy ve phony. Konsept olarak birbirine yakın kelimeler. Cheesy ciddi görünen ama aptalca olan, phony ise sahtekar demek. Family Guy'ın bir bölümünde Peter Griffin alışveriş merkezindedir. Bir piyanonun başına oturur ve çalmaya başlar. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ve Peter Griffin'in çalıyor gibi yaptığını anlayan genç, Peter Griffin'e phony der. Ve bölümün yaklaşık 5 dakikası içerisinde bu genç Peter Griffin'e phony demektedir. Gerçi baya komik bir sahnedir. Bu arada Stewart Griffin ("çizgi filmin bebek karakteri") ve Brian Griffin ("çizgi filmin köpek karakteri"), phony karakterlerin canına okumaya aday iki asıl adam karakterleridir. Gerçi bu terim pek uymasa da bu metne ama olsun. Teşbihte hata olmaz. Bu sahneye aslında bir de South Park'tan Eric Cartman'ı koymak gerek. Ne saydırırdı ama LAN!!! Peter Griffin'e MUHAHAHAHA!!! Bir de o suratını çarpı şeklinde yapması yok mu LAN!!! İşte o an anlarsın Eric Cartman'da sigortalar atmış. Hatta yanmış ULAN PUAHAHAHAH!!!
NEYSE BU BİRAZ KARA MİZAHTI. Gazoz olma efsane ol lafı aslında cheesy ve phony'nin bir araya gelmiş durumuna tam uyuyor. Tam Family Guy'daki Peter Griffin kıvamındayız.
Metaforik anlamı ise gazoz olma derken, bizi bir anda parlayıp sonra sönen, tadı kaçan, çekilmez bir hale gelen gazoza benzetiyor olabilir. Örnek: 10 yıldan fazladır aynı masalı yutmamız. Aynı yemeğin tekrar tekrar fırına verilmesi. Bayatlayan yemeği tekrar tekrar yememiz. Kusura bakmayın ama tam gazozuz.
Hayatta gördüğüm şey insan mutlu olabilir, huzurlu olabilir, çok üretken de olabilir. Ama bir gün bir hata
yapar, bu küçük ya da büyük olabilir. Yıllar geçtikçe büyür ve başa çıkamazsın. Ben de bu notları kendime
zaman zaman hatırlatmak için yazmaya karar verdim. Bir gün ben ya da bir başkasının ihtiyacı
olabilir.
Tarihleri de not ettim, çünkü olabilirse - bilemiyorum - ama 20 yaşından beri düşündüğüm, 40'lı yaşlara
dayanan bir perspektifim var. Bir "deneme" kitabı çıkarmak. Evet, bu hayatımdaki en büyük düşüncelerimden
biridir. Çok eksiklerim var, ama 10 yıllık bir zaman diliminde bunlar kapanabilir. Tabii her zaman hayatımın
peşinde olacağım.
1 Nisan 2015
Hayatta her zaman bir yöne esen bir rüzgar vardır. Kimi vicdanıyla yüzleşememiş insan o rüzgarı kendi günlük
çıkarlarına alet eder. Kimi insan ise büyük bir amacın peşinde, o rüzgarın önünde saf tutar. Rüzgarı kendine alet
eden kişinin çıkardığı fırtına hiçbir fırtınaya benzemezken diğer insan ise öyle bir fırtınayla hayatımıza gelir ki,
rüzgarı kendine alet etmeye çalışan insan türleri sağa sola savrulur.
2 Nisan 2015
Varlığımızın temelinde yatan iki olgu vardır: iyilik ve kötülük. Bunu yapıcı enerji ve yıkıcı enerji diye de ifade
edebiliriz. Belki bu iki enerji türü daha dünya gaz bulutu halindeyken bile vardı. Bu iki enerji yaratılışın daha en
dibine dayanmakta ve çetin ceviz bir savaş sürmektedir. Uzak Doğulular bu iki enerjiyi "yin" ve "yan" olarak ifade
ediyorlar. Yin'in Yan'ı ya da Yan'ın Yin'i tam olarak susturabilmesi mümkün müdür? Ben pek sanmıyorum. Dünyada zaman
zaman karalık dönemler olmuştur. Fakat Yin enerjisi, Yan enerjisinin bir yerinden girip onu alt etmiştir - tıpkı
güneşin geceyi alt etmesi gibi. Kısacası, doğa bize ne sürekli yin ile ya da yan ile hayatımızı sürdürebileceğimizi
söyler. Ama yin tarafımızı yeterince güçlü tutarsak, yan tarafımızı kısıtlayabiliriz. Dahası, yan tarafımızın
enerjisini alıp yin için bile kullanabiliriz. O zaman durdurulamaz oluruz. Ama unutmamak gerekir ki karanlık çok
daha güçlüdür ve ışığın karanlığı aydınlatması, karanlığın ışığı karartmasından çok daha kolaydır.
4 Nisan 2015
Hayatın bana öğrettiği, aslında benim insiyatif alarak öğrendiğim birkaç şey var. Birincisi değişim, ikincisi
gelişim, üçüncüsü pozitif olma ve dördüncüsü bunların hepsini bir ruhta sentezleme. Tecrübelerimden edindiğim fikir
ön koşulumuz pozitif olmaktır. Değişimin kapısını açan, iyi yöndeki değişimleri içeri buyur eden ve kaçınılmaz olanı
yani gelişimi bize getiren pozitif olmaktır. Sonrasında sessiz sakin ama gayet üretken ve diğer insanlara yardımı
olabilecek bir hayatı vaat etmektedir. Sanırım bana hayatın verdiği en büyük ders bu oldu. Hayatta önemli şeylerden
biri belki de bildiklerini zamanla daha iyi anlayıp geliştirip hayatına daha farklı, güzel bir şekilde
koyabilmektir. Hayat her zaman beklediğin gibi gitmeyecektir. Ama bu olduğunda zaferi tadacak ve aydınlığı görecek
ve yepyeni günlerin başladığına şahit olacaksın.
6 Nisan 2015
Aslında bu hayata dair çok fazla merakım var. Araştırmak istiyorum, öğrenmek ve anlamak istiyorum, başka insanlara
aktarmak istiyorum. Bu bana hayatın verdiği en önemli görevlerden biriymiş gibi geliyor. Dürüst olmak gerekirse
meraklarım için bir sıralama yapmam gerekiyor. Belki birkaçını elemek ya da başka bir bahara bırakmak zorundayım,
tabii ömrüm yeterse. Ama olsun hayatta oldukça, sağlıklı oldukça - yani yatalak olmadıkça - araştırmalarıma devam
edeceğim. Belki yatalak olunca bile bir yolunu bulurum. Evet kesinlikle bulurum. Ben de bu sürekli çalışan, çarkları
hiç durmayan beyin oldukça mekanımın belli olduğunu düşünüyorum. Bu hızla akan ve milyonlarca bilginin aktığı
dünyada kendi gündemine odaklanmak zor olsa da mücadelenin aslı burada değil mi? Seni sen yapanın gene sen olduğunu
bulmak, tercihlerini bu doğrultuda yapmak senin en kutsal görevin değil mi?
Sorular gelir o anda her bir yandan: "Nedir bu çaba? Bilginin çekirdeğine mi ulaşacaksın?" Tabi öyle bir çekirdek varsa.
Bilginin özünün yani çekirdeğinin ütopyada olduğunu ve bizim gibi dünyevi varlıkların asla oraya ulaşamayacağı kanısındayım.
Fakat ütopya bir gün karşıma çıkarsa, az da olsa ona hazır olmak istiyorum.
8 Nisan 2015
İnsanların eylemlerine, düşünce kalıplarına, yaptıklarına göre hayatı şekilleniyor. En azından benim düşüncem bu yönde
işliyor. Ne olursa olsun insanın öğrenme, öğrendiklerini hayata koyma ve sonrasında daha da öğrenme faslı asla bitmiyor.
107 yaşında tiyatro yapan Johannes Heester'ın hayatı da tıpkı böyle. Kendisi 107 yaşında her seferinde değişik rollerle
seyircilerin karşısına çıkıyor.
8 Nisan 2015
Kimse bu dünyayı pembe bir dünyaymış gibi varsayarak yaşayamaz. Dünya, hayat, bu diyar dengelerin diyarı olmalı. Her
zaman iyinin kötüye, kötünün de iyiye varlığını borçlu olduğunu unutmamak gerek. Tabiri caizse bunu damarlarımızda
hissetmeliyiz. Bu iki kısımda damarlarımızdaki kanda akış halindedir. Ama son tahlilde dikkat edilmesi gereken terazinin
dengeye oturmasıdır.
9 Nisan 2015
Sanırım biz insanların hayattan alması gereken en büyük ders, hiçbirimizin birbirine benzemek zorunda olmadığıdır.
Tutucu toplumlarda ya da bazı yaklaşımları tabu haline getirmiş yörelerde, bu farklılık gösterebilir. Ama işin aslına
bakarsak, insanlar büyüdükçe, geliştikçe, akıllandıkça, farkındalık yarattıkça kısacası bunların hepsi bir vücut olunca,
bu tabular ya da tutucu kalıplar geçerliliğini yitirecektir. Bir takım insanlar ise hala bu tabuları sürdürmeye
çalışarak, bir nevi kendini savunma, sorumluluklarını görmezden gelme de kullanacaktır. Ama zamanla göreceklerdir ki
bunu yapmayan insanlar geçerliliklerini yitirecektir. Hayatın doğal ama bir o kadar da acımasız işleyişi budur. Asıl
olan ise yaşamaktır. Her gün yeni bir şeyle tanışmaktır, hayatı anlamaktır, kendinin onun için koymaktır. Kısacası,
hayatın inine girip, o sert kabuklu deniz tarağının sakladığı pasparlak inciyi büyük bir titizlikle ellerimize almaktır.
Bunu özenle yapmamız gerekir çünkü sorumluluklarımız her zaman bizimledir. Birbirimize saygı duymak, her birimizin kendi
seçim hakkı olduğunu anlamak ve ne olursa olsun yaşamak hakkının o kişiye ait olduğunu görmek. İşte bunlar bizim
sorumluluklarımız. Sorumlulukları yerine getirdiğimizde o sert kabuk yumuşayacak, esnek bir hal alacak ve yaşamamız için
gerekli ortamı bize verecektir. Ve mutlu olacağız.
10 Nisan 2014
Herkes kendini bilir zaten. Bir bebeğin "ben buradayım" diye bağırmasıyla bilinçsiz olan bu süreç başlar. Sonraki süreç
gelişme sürecidir. Bu süreçte kürekleri herkes çekiyor. Sıkıntı yok o yüzden. Kiminin küreği çok ağır, kolları
kopacakmış gibi geliyor. Ama zamanla kolların güçlendiği ve küreklerin de hafiflediği bir gerçek. Sıkıntı yok yani.
Hayat hiçbir zaman toz pembe olmadı. Ve biz hiçbir zaman pembe rüyalar satmadık. Hayat zordu. Ve biz bunun farkındaydık.
Bu kadar fazla şeyin olduğu, ani gelişen bir o kadar da spontane geçişin olduğu bir hayatın kolay olduğu düşünülemezdi
ki zaten. Biliyor musunuz? Hayat zor olmalıydı da zaten. Bu zor hayatın içinde hepimiz kendimizi bulduk zaten. Mesela ne
kadar dürüstsün ya da ne kadar dürüst değilsin meselesi. Her zaman kürekleri ellerimizle tutacağız. Olur da tutamazsak,
azgın denizlere aklımızla karşı koyacağız. Ama her zaman dürüst olacağız. Kesinlikle alabora olmayacağız.
Geçenlerde bir filme denk geldim. Filmin adı "Pi'nin Hayatı"ydı. Okyanusun ortasında bir kayığın içinde, Bengal
kaplanıyla aynı mekanı paylaşmak zorunda olan bir adam. Aslında hepimiz okyanusun ortasında 2 tane kürek, 1 kayık ve
bizi devirmeye çalışan sürüyle olayla başbaşa değil miyiz? Yaşadığımız zorlayıcı olayları, bir Bengal kaplanına
benzetmek çok mu abartılı olacaktır bu noktada? İşte tam da bu yüzden herkes kendini bilir zaten. Sıkıntı yok yani.
14 Nisan 2014
Afrika'da yaşayan bir çocuğun senin olanaklarının 100'de belki de milyonda birine sahip olabilmesi durumunda, senin bir türlü bulamadığın mutluluğa erişecek olması hatta o mutluluğu fersah fersah geçecek olması, çoğumuzun bu hayatta bir yerlerimizdeki kaşıntıyı bir türlü geçirememiz konusunu bayağı bir ironik yapıyor.
15 Nisan 2014
Şu an sahip olduğu hissiyat, kendinden emin bir o kadar da güçlü. Ben bu hissiyatı hiç de yabancı değilim aslında. Bu hissiyatı ifade etmek istersek kısaca, hayatı boyunca gün ışığına çıkıp, kendini göstermek isteyen bir durum oldu benim için. Tabi bu noktada hayatta seçimleri yapmak önemliydi. Fazlasıyla düşüp kalktığımı bazen çok zorlandığımı kabul etmek zorundayım. İnsan hayatı bu değil mi zaten? Ama dikkat etmek gereken seçimlerinin asla adaletin terazisini negatif yönde sarsmaması gerektiği. İşte ancak o zaman daha başından bahsettiğim hissiyat açığa çıkıyor. Aslında çok da zor gözükmüyor değil mi?
15 Nisan 2015
Analitik düşünce çok önemlidir. Sigmund Freud psikolojide analitik düşüncenin
babası olarak anılır. Sigmun Freud, duyduğuma göre bilinç dışına yönetmeye
kalkmıştır ama becerememiştir. Bunu yapmak düşünce bazında ona zarar verdimi
bilmiyorum. Fakat analitik düşüncenin fazlası zarar gibi görünebilir. Dahası her
olaya analitik düşünceyle yaklaşmak akıl karı olmayabilir. Ama ben yine de p
roblemin ne olduğu, nereye varacağı, yan etkilerinin ne olacağının, domino
etkisi yapıp çevresindeki taşları yıkıp yıkmayacağının düşünülmesi taraftarıyım.
Bu da analitik düşünce ile olur.
Bir nevi forecasting yapmalıyım. Yani ileriye doğru tahminlerimiz olmalı.
Durumları iyi belirleyip ona göre senaryolarımız olmalı. Aksi takdirde kafası
tavuk bir tavuktan farkımız mı olur? Sersem sersem koşarız sağa sola.
Ama unutmamak gerekir analitik olmak bizi duygusallıktan uzaklaştırır. Özellikle
kin, nefret, kibir, saçma sapan egosal saplantıların bayağı uzağına götürür. Pek
tabii ki hiçbirimiz robot değiliz. Yani hiçbirimiz Doctor Who'da her bölümde
yırtık dondan fırlamış siber adamlar gibi değiliz ya da o exterminator "yok et"
diyen uzaylı, robotik varlıklardan değiliz. Programlanmıyoruz. Hem meleği, hem
şeytanı içimizde taşırız. Analitik düşünceyi belki aradaki dengeyi bulmakta
kullanmamız gerekmektedir belki de. Tabi biraz duygusal zekamızdan da serpiştirelimde, robotik siber adam olup, exterminate yapmayalım.
15 Nisan 2015
Jazz müziğinin benim ilgili neden bu kadar çektiğini gerçekten bilmiyorum.
Belki de kendi ruhumda gördüğüm karmaşıklık bunun sebebidir. Yani tek düze
olmayan ruhum, çeşitlemeler yapan ruhum buna sebep oluyordur. Benim bir zaman
içerisinde dinlediğim Jazz müzik resmen böyleydi. Tek şey konturbastı, o standart
olarak çalınıyordu. Onun dışında hangi enstrumanın ne zaman gireceğini
bilemezdin. Gene de bir ahenk olurdu. Ve ben şaşar kalırdım. Sonra içimden
derdim ki ruhumun her parçası birleşecek ve ortaya bir ahenk çıkacak.
Jazz müziğinde deterministik yani saptanabilir bir yapı olmadığını düşünüyorum.
Hayatta 1 dakika sonrasını saptamak, öngörmek mümkün değil. Sadece
tahminlerinle, analitik düşüncenle yaşıyorsun. Oysa ruhun bunlardan tamamen arınmış bir şey.
Belki de Jazz müzik bu yüzden bu kadar hoşuma gidiyor.
17 Nisan 2015
Bence insanlar hayatı küçümsüyor. Evet, evet, kesinlikle vizyonumuzu genişletmemiz gerekiyor.
4 duvar arasına sıkışmışız, kandırılmışız, oyalanmışız.
Bu sebeptendir ki çoğu insan mutsuz ve huzursuz, materyalizmin dibine vurmuş
olsak da bu böyle. Eğer içimizdeki potansiyeli bilsek, daha doğrusu keşfedebilecek
cesareti bulabilsek, yaşamımızda büyük değişimler olacağı su götürmez bir gerçek.
Bu yaşamda öğrendiğim iki tane terim var: yaşama biçimimizi şekillendiren.
Bunlardan birincisi materyalist yaşam, ikincisi metafiziksel yaşam.
Hepimiz bu dünyada elle tutulur, gözle görülür şeylere sahip olmak istiyoruz.
İngilizce'de bir deyim vardır: "Face the music" (rahatsız edici gerçekle yüzleş),
gibi. Music "müzik" kelimesine kanmayın. Buna diğer yakın deyim "face up with
inevitable result"dir ki aynı anlama gelir. Kabullenmekse yavaş bir faaliyettir.
"Slow as Mallaisen" deyimi kullanılabilir. Ben mesela baget sahibi olmak istiyordum.
Kütüphanemde duruyor. Kimisi ev, araba istiyor. Kimisi jet, yat, kat ölçeği büyütüp küçültmek bize kalmış.
Ama "face the music" biraz.
Peki, bu liste nereye kadar uzar gider? Muhtemelen bir sınırı yok. İnsan denen
varlık çok 'maymun iştahlı' bir varlığa dönüşebilir. Ama İngilizce'de bir deyim
vardır: "put your money where your mouth is" (boynu kadar konuş), diye çevrilebilir;
kaba bir tabirle. Peki, bu ömrümüze, hayatımıza ne katar? Yani boyun kadar konuşmamak
ve listeyi gittikçe uzatmak. Yatalak olduğunda bunların bir önemi kalacak mı?
These are questions you should ask yourself every day. "Her gün sorman gereken
sorulardır bunlar." Günümüzde paraya tapılıyor, "worship to money dedicate for
gaining this small shitty piece of paper or coin". Paraya tapma ya da küçük,
oktan birkağıt ya da jeton misali parayı kazanmak için. Güzel eşyalar, güzel
bir kitaplık istiyoruz. Bense yarınki gideceğim Jazz konseriyle devam eden
konser serilerimin 5.'sinde Jazz müziği dinlemek istiyorum. Belki de
kitaplığımıza koyduğumuz kitaplardan ki kahramanlarda benim istediğimi
istiyorlardır, olamaz mı? Kitabın kapağından değerlendirmek yerine hiç içini
açtınız mı? O kahramanlar bir ruh istiyor. İşte o zaman diğer yaşam biçimi
devreye giriyor.
Metafiziksel yaşam insanın bu hayatta inşa ettiği evine yeni pencereler ekliyor.
Görmediği manzaraları görebilsin diye. Bu manzaralarda görebileceğiniz şeyler,
metafiziksel yaşamda sahip olabileceğiniz her şeyden daha çok haz veriyor.
Tabii ki, denge hayatın her yanında olması gereken bir olgudur. Ama biliyor
musunuz? Bu noktayı keşfetmek bize her şeyden daha fazla mutluluk veriyor.
Platon'un idealar dünyasında, ütopyasında asla olamayacağız, fakat hayatlarımızı
daha güzel yapıp tek düzelikten kurtulabileceğiz. HADİ KURTULALIM.
28 Nisan 2015
Güç eve çok önemlidir. Gücünü bilmek, nelere kadir olduğunu bilmek, sınırlarını
bilmek, hangi noktada teslim olman gerektiğini bilmek, hangi noktada kendini
akışa bırakman gerektiğini bilmek, içindeki senin seni nereye götürebileceğini
görmek, sezmek. Aslında bunlar sahip olduğun asıl güç. Güç denen şey gerçekçi
olmalıdır. Fazla şişirilmemelidir yoksa patlar. Çünkü insan ne kadar güçlü bir
varlık olarak tasarlanmış olsa da, çok kolayca abartıya kaçıp, o şeyin sarhoşu olabilir.
Ve kafası kıyak bir nevi köyün delisine, mahallenin atarlı delikanlısına döner. İşte
o zaman gücünü de kaybeder.
O yüzden güç kendi içinde aranmalıdır. Daha doğrusu o gücü ortaya çıkarabilecek
şeyler bulunmalıdır. Ancak o zaman kendine ve çevrene gücünün yaydığı ışığı gösterebilirsin.
Bu noktada verilebilecek örnekler çoktur. Ben sadece 2 örnekle sınırlayayım izninizle.
Öncelikle bu yakınlarda konserine gittiğim bir müzisyenle başlayayım. Kendisi 60 yıllık
bir perküsyon sanatçısı ve bu yıl 60. yılda 60 yerde konser konseptiyle ülkemize geldi.
60 yılda insanların ne hale geldiğinin aksini kanıtlarcasına, yemyeşil yaprakları olan,
boylu boyuna uzun dallarıyla tam bir çınar. Bize nasıl da dinletti kendini. Hayatımdaki
"o" anlardan biriydi belki de. Hem davul çaldı, hem de perküsyonunu ustaca kullandı.
Yetmedi piyanonun başına oturdu. O da yetmedi şarkı söyledi. Buhulu bir sesi vardı.
Buhulu camdan dışarı bakarsın, dışarıda kar yapıyor. Hayran kalırsın. Aynen öyleydi İşte.
Onun adı Marilyn Mazur'du.
Bir de bir tiyatrocu örneği verelim. Bizim toprağımızdan. Genco Erkal sahnede nasıl devdi.
Sesini nasıl güzel kullanıyordu. Sesinin oktavı yüksek olmalıydı. Evet öyle olmalıydı.
Kalın sesten, ince sese süratle geçiyordu. Diyaframı çok güçlü olmalıydı. Kafa sesine
de hakim gibi gözüküyordu. Ya ses frekansına ne demeli? Yüksek sesle konuşurken bir
bakmışsın, duyulması zor bir ses tonuna bürünmüş o sahnedeki dev. İşte size gücünü bulmuş
ama insan olarak kalmış iki dev!
Biz insanların kendimize çeki düzen vermemiz gerektiği bir gerçek. Hayatın her saatinde,
her dakikasında suratımıza yapışan okkalı bir tokat bu. İşin aslına bakarken bunu yaparken,
feyiz alacağımız öyle çok örnek var ki; Sadece gözlerimizi biraz açmalıyız.
28 Nisan 2015
Hayat her zaman istediğin gibi gitmek diye bir şey yok. Ancak sen gelişen durumları görüp,
ona göre şekil alırsın, suyun kabına şekil alması gibi. Tabii bu noktada ilkeli ve dürüst olmak
gerekir. Hayatın bir gün biteceği ve senin kaçınılmaz gerçekle bir gün yüzleşecek olman ve bu
gerçeği kucaklaman gerektiğini bilmen gerekir. Bu sana hayatta ciddi anlamda yardımcı olur.
Hayatı karmaşıklaştıran bizleriz bunu görelim, sonrasında hayat boş demeye başlıyoruz.
Çünkü o karmaşıklığın içinden çıkamıyoruz. Örneğin kulaklığımı cebime koyduktan bir süre
sonra görüyorum ki kulaklığın kabloları birbirine dolanmış. Çözene kadar akla karayı seçerim.
Hayatta aslında böyle çözmesi mümkün olmayan düğümlere gitmemiz çok kolay. Kısacası hayat,
sana bu düğümü hep atmaya çalışacak. Bunu bilmek ve buna göre hareket etmek gerekir.
Bu gece yatağımın başında oturuyorum,
Seyrediyorum bütün dünyayı.
İçimde kopan dehşetengiz duygular
Oyuncak olmuş dilime, dökülüyor her biri bir kelimeye.
Gecenin körüne saplanıyor umudu bol sözler,
Gece lambalarının yansıması yatağımın üzerinde.
Kayboluyorum birkaç adımlık oda da,
Yarı aydınlık yarı karanlık.
Geceler mi uzun yoksa dilimdeki sözcükler mi?
Gecelerimde dolanıyor birçok kelime, yalnızlığını akıtıyor ruhuma.
Tam olarak bilemiyorum, anlayamıyorum ruhuma akan o yalnızlığın solmaz ateşini.
Hangisi beni benden almıştı, tam olarak hangi zamanda?
Aklımda bir türlü yanmıyor o anın meşalesi, görünmüyor gözlerime parlarcasına.
Buz kezmiş bir çağda yanıp yanıp sönüyorum sanki,
Kar beyazı düşlerimin üzerine küllerin kalıyor hep en sonunda.
Hem varım hem yokum bu gece oyunlarında,
Silemediğim onca kaygıyı yükleyerek yaşlı bir gecenin sırtına.
Ve biraz da üşüyerek titreterek gözlerimden süzülen yaşları,
Tuzlu bir yol açıyorum yanaklarımın üzerinden sana.
Nereye gidersin, nereden gidersin, ne zaman gelirsin bu yola? Bilinmez.
Bir sürü bilinmez, ben kalmışım yolun ortasında, yekpare.
Ne sağımda, ne solumda var bir ışık taneciği.
Giderek kaybolan loş bir ışık sanki duygularımı da alıp götürüyor.
Ve o alıp götürüşte ben de siliniyorum sanki,
Gıdım gıdım her saniye bu geceden.
Hayatın üzüntü üzerine kurulu olmadığını biliyorum,
Hayatın saf mutluluk üzerine kurulu olmadığını da biliyorum.
Hayatın ne kadar çetrefilli ve zor olduğunu da biliyorum,
Hayatın güller kadar kara sarmaşıkları da içinde barındırdığını biliyorum.
Karar vermek gerek:
Güllerin kokusunu mu alacağız, renklerinin tadına mı varacağız?
Yoksa kara sarmaşıkların bizi çepeçevre sarmasına izin verip,
Bir hiçliğin içinde eriyip gidecek miyiz?
Şu anda insanlar beni çok üzüyor.
Hayır, yavan bir üzüntü değil bu.
Kızgınlık yaratmıyor bende, sadece üzülüyorum
Düştüğümüz hallere.
İnsanlığın tanımını çok iyi yapmak lazım aslında.
Hakikatli gerçekleri görmek lazım,
Onlarla yüzleşmek lazım.
Dünyadaki her yaşamı görmemiz, anlamamız lazım.
Dedim ya, insanlar beni çok üzüyor.
Anlık çıkarlar üzerine kurulmuş hayatlar,
Herkes büyük resmin bir parçası olmak yerine,
Kendi bozuk resimlerini yapmaya çalışıyor.
Oysa bu çokta mümkün olmuyor.
Dedim ya, insanlar beni çok üzüyor.
Hayat gelip geçici.
Öğrendim ki kendinden asla taviz vermeyeceksin.
Ruhunla birleştiysen onu asla bırakmayacaksın,
Çünkü senin başka insanları üzme hakkın olmamalı.
İşte o zaman insanlar seni ne kadar üzerse üzsün,
Yoluna devam ediyorsun,
Bir gün insanlara üzülmekten de vazgeçersin.
Bunu istemiyorsun.
Bu da seni çok üzecek, biliyorsun.
Ama üzüntü her zaman katlanabilecek bir şey değil.
Onun için her gün dua edersin, insanlar beni üzmesin diye.
Ama kendi küçük dünyalarında devam ettiklerini görürsün.
Ondan sonra dersin ki:
İnsanlar beni cidden çok üzüyor
Bu noktaya gelene kadar
Canımdan kaç tane "can"
Ruhumdan kaç tane "ruh"
Gittiğini biliyor musun?
Konuşacağız, günü elbet gelecek.
Üzerinden geçeceğiz, hiç derdin olmasın.
O anı, üzerinden seneler geçse de, çıkaracağız tozlu raflardan.
Hiç sızlanma, şahit olacağın şeyler var.
Çünkü bu noktaya gelene kadar giden canlar var.
Çünkü bu noktaya gelene kadar giden ruhlar var.
Her şeye rağmen karşında sapa sağlam bir adam var.
Ne olmuşsa olmuş deyip, her gün hakkı için,
Ayaklarının üzerinde dimdik duran bir adam var.
Sen bunu belki görmedin!
Algılayamadın belki de, hayat sana bu yeteneği vermedi!
İşte asıl hayat, orada o adamı adam yaptı!
Belki hissetmedin ama artık hissediyorsun.
Karşında hayatın bezdiremediği bir adam var.
Bu noktaya gelene kadar gardını hiç indirmemiş bir adam var.
Bugün de, o gardı indirmeyecek tabi ki.
Yeri gelecek, sen o anın yaşanmışlığında kaybolacaksın.
Ama bu adam hala orada olacak.
Çünkü bu noktaya gelene kadar,
Kaç tane canının, kaç tane ruhunun gittiğini bilecek.
Ve bu onun sırrı, en büyük hazinesi olacak.
Ama senin böyle bir sırrın olmayacak.
Bu noktalara gelemeyeceksin ne yazık ki!
Hayat geçiyor, ömür bitiyor; hayat kısa, ben de dahil olmak üzere insanların söylediği klişe laflardan biridir. Hatta öyle klişe olmuştur ki bayatlamaya yüz tutmuş olabilir. Aslında son yıllardaki düşünce tarzım bana daha başka şeyler söylüyor. Bunu bana karanlıktaki meleklerim fısıldadı. İnsanların bir ömrü var, tıpkı hayvanlar gibi. Ama bence bu hayatın kendisi değil. Ömrün kendisi ise hiç değil. Nasıl yaşadığımız, duruşumuz, felsefemiz hayatı hayat yapan şeydir. Ömrü ömür yapan ise ne kadar fazla yaşanmışlığımız olduğu ya da karanlıktaki meleklere yeni melekleri katabildiğimizle ilintilidir.
Mesela çello çalan bir kadını ya da piyano çalan bir adamı hiç izlediniz mi? Yüzlerine hiç baktınız mı? Orada bir ömür göreceksiniz. O ömür ki enstrumanıyla konuşmaya başladığında başlar. Konuşmayı bitirdiğinde ise biter. O, bir ömürdür işte. Mesela klasik müzik konseri düşünelim. İki saat süren bir konser ve yaşanan duygu fırtınaları. O an onun için hayatın ta kendisidir. Enstrumanı yaşaması bir ömürdür. Çok sevdiğim bir gitarist vardır: Adı Steve Vai. "Tender Surrender" diye bir şarkısı vardır. Yirmili yaşlarda dinlerdim. Şu anda, bu satırları yazarken, tam bu anda gözümün önünde canlandı. Ne yaşanmışlık var orada. Aslına bakarsan beş dakikalık bir şarkıdır. Ama nasıl da göstermiş orada ömre verdiği değeri.
Ömür ile hayat aslında çok iç içe geçmiş durumlardır. Ömür hayata verdiğin anlamdır, değerdir. Savaşın ortasındaki çocuklar için belki de ömür gözlerindeki o paha biçilmez ışıktır, kurdukları hayallerdir. Eğer hayallerine kavuşursa yaşadığı sevinçtir. Hayata tutunuşudur. İşte tam da bu! Hayata tutunuş. Ömür hayata tutunuştur. Hayata tutunan insanlar mutlu olur, üretir. Hayata doğru dürüst tutunamamış bağları zayıf olan insanlar somurtur, motivasyonsuzdur. Alın size bir örnek, bu da kendimden olsun: Sonisphere diye bir festivale gitmiştim. Çok güzel gruplar vardı. Metallica mı dersin? Manowar mı? Slayer mı dersin? Yoksa bu gruplardaki gitaristlerin aynı sahneyi paylaşması mı dersin? Hepsi vardı. O adamların ömrü ne kadar kısa gözükse de çok uzundu o esnada. Ben mi? Ben bir yandan kafa sallıyor, bir yandan pogo yapıyor, ortalığı duman ediyordum. Yere düşüyordum, dizlerim sıyrılıyordu. Ama olsun, ömrümü yaşıyordum. Hayatıma anlam veriyordum. İşte böyle durumlar vardı. Anlam vermek önemlidir, gerisi gelir.
Hayat dediğin ise fazla bir şey değildir, abartmaya gerek yok. Göz açıp kapayıncaya kadar bile bir bakmışsın hayatından elinden uçup gitmiş. Ruhsuz bir ceset tabutun
Geçer kısa zamanda gözümün önünden bir sağanak,
Bulanık ışıklar görürüm o an,
Kararsız ruhları resmederim gözümün önünde,
Aslında farkederim ki benim bir parçam o zaman ki duygum.
Parçalar kendini kafesinin içinde ama bir türlü dışarı çıkamaz,
Kısa zamanlıktır o dönemler,
Aslında çok şey anlatır,
İçimde uyuyan anları tekrar uyandırır, hatırlatır bana, içime bir sıcaklık yayar.
Kısacası yolculuklarımı bana yeniden yaşatır,
İçime bir titreme gelir o an,
Ellerim gider klavyeme şu anki gibi,
Kelimeler çıkar benliğimden.
Satırlara dökülür klavyemden,
O an beni kavrar o an ki zaman,
Yaşamak istediğim ama hayatın bana yaşatmadığı duygular aklıma gelir,
Bir bir kopar yaşlarım göz pınarlarımdan çiğ damlasının yapraktan kopması gibi.
Bir anda çıkar açığa kozasından çıkan bir kelebek gibi,
Elbette uçar gider özgürlüğünün anlamını kavrayarak,
O an işte bütün mutluluklar bana gelir,
Anlarım ki barındırıyorum yüreğimde büyük bir sıcaklık..
Isıtır bütün bedenimi çevreme yayar güzel sinyalleri,
Sarılırım o ana bırakmam, asla bırakmam,
Şu an gözlerimde ağırlık hissediyor olsam da bırakmam,
Çünkü o benimdir ve öyle kalacaktır,
Onun adı, adını koyamadım fakat güzel bir şey olmalı, değil mi?
Bir gün çevresi ağaçlarla kaplı bir orman varmış. Güneş ışığıysa pek az süzülebilirmiş ağaçların arasından. Sırtında çanta olan, elindeyse ucu sivri bir bıçaklı bir insan, ormandaki sarmaşıkları yararak yoluna devam etmeye çalışıyormuş. Yani anlayacağınız üzere yol pek tekin ve düz değilmiş. Yaralanma olasılığı çok fazla olan bir yol. O insan da bu yolu kendine "hayat yolu" olarak tanımlamış.
Ormanın içinde yolunu alırken sürekli güneşi arıyormuş. Hani o pek az süzülen güneşi. Yüzüne vurmasını istiyormuş. Yaralarını iyileştirmesini istiyormuş. Ona şefkat göstermesini ve ona hayatın güzelliklerini göstermesini istiyormuş. Daha önemlisi şu ki, yüzüne bir gülümsemenin gelmesini, boğazına dizilen kelimelerin, birer sözcük olarak dışarı çıkmasını ve anlamlı satırlar, dizeler oluşturmasını istiyormuş. Belki de sadece biraz anlaşılmak istiyormuş.
İnsanın en büyük isteği anlaşılmak değil midir? Ona empati yapabilen birilerini bulmak değil midir? Başka bir deyişle beraberce kurabilecekleri, anlayışın hakim olduğu bir dünya da sonlarını beklemek değil midir? Sık ağaçlı ormanda ilerlemek her zaman zor oluyordu. Ağaçlardan sarkan dallar, sarmaşıkların acımasız dikenleri onu yoruyordu. Ama her zaman düz bir çimenliğe çıkacağım, güneş tamamen benim olacak. Ona sarılacağım. Güneşin yaydığı ısı içime dolacak. Damarlarım da neredeyse pıhtılaşmış kan tekrar akışkan bir hale gelecek. İşte o zaman insan olduğumu tekrar hissedeceğim diyordu. İçinden haykırıyor. Dışarıdan duyulmuyor. Ama onu bu hayatta tutuyordu.
İnsan olduğumu anladığım da, yani güneş içime dolduğunda müzik yapacağım diyordu. Çok güzel notalar yazacağım. Dünyadaki bulabileceğim her enstrumanı müziğimin içine katacağım diyordu. Ve çevremdeki herkesi müziğimle etkileyip, dünyayı daha yaşanılabilir bir yer yapmayı amaç ediniyordu.
Müziğin insanı etkilediğini, tam anlamıyla değiştirdiğini biliyordu. Bir sürü engelin olduğu o ormanda yolculuğunu yaparken, aklına her şarkı getirdiğinde, o engelli yol daha az engelli görünüyordu. Hatta ağacın dalları, dikenli sarmaşıklar ona yol veriyordu. Ormanın hayvanları da eşlik ediyordu ona.
İşte durum böyleyken yolculuğun bir gün güneşin suratını parlattığı, içindeki ışığın açığa çıktığı, müziğini yazdığı, şiirini okuduğu gün olacağını biliyordu.
Sadece bekliyordu ve içinden gelen o istekle yaşıyordu. Belki de insanın en büyük isteği buydu. O istekle yaşamak. Hiç kimse kıramazdı, bozamazdı, incitemezdi. Çünkü insanın ruhu hiçbir
Hayat güzel olabilir,
Bırakmamak lazım.
Yarın ne olacağını kim bilir,
Sağı solu iyi kolaçan etmek lazım.
Fırsat her an gelebilir,
Elden geleni yapmak lazım.
Ölüm de her an gelebilir,
Gözlerin açık gitmemeli.
Unutma!
Hayat geçici bir heves,
Senin varlığın ise sonsuzluğa açılan bir süreç.
Dün, bugün, yarın varlığın hep orada,
Ama asıl önemli olan bugündür.
Bugünse o gündür!
Varlığının sana hediye edildiği gündür bugün.
Onu da iyi değerlendir.
Dünlerine iç çekip, yarınlarını kaçırma,
Çünkü yarın da başka bir "o" gün olacaktır.
Unutma!
Git bitap düşene kadar savaş,
Hayatın için çabala, ona layık ol!
Çabaların istediğin sonucu vermese bile bıkmadan, usanmadan çarpış.
Savaşların çoğu kirli ve hasarlıdır.
Unutma!
Gün geldiğinde gözünü kapayacaksın.
Gözünü kaparken akacak gözlerinden iki damla yaş,
Belki de barındıracak hayatı içinde bir çare.
Göz yaşını boşa giderme!
Hayatta her şey gibi onun da anlamı olmalı.
Bunu sakın unutma!
Unutma ki yarınını güzel yap,
Unutma ki dününe gülümse,
Unutma ki bugünü dünün güzelliğiyle, yarınların hayaliyle donat, resmet, renklendir.
Ve unutma ki hayatın iki damla göz yaşına sığacak kadar karakterli,
Yanaklarında kuruyana kadar manalı olsun.
Sakın unutma bunları,
Unutma ki başkaları yazsın bu satırları başka bir şekilde, başka bir hayatta.
Bazen insanın yüzüne bakmak yeter onu anlamak için,
Her şeyi belli eder, insanın yüzündeki küçük bir kıpırtı.
Gözünün parlaklığı, dudağındaki gerginlik, alnındaki kırışıklık,
Belki göz pınarlarından akan damlaların tortuları.
İnsanı anlamak için bir sürü malzeme var işte elinde,
Bazen insanın yüzüne bakmak yeter.
İnsanın yüzü belki de ruhunun aynasıdır,
Mutluluğu görürsün,
Onun karşısında moral bulursun,
Mutsuzluğu gördüğünde, hafif bir çareyle o yüz tekrar gülsün diye bakarsın.
Çünkü anlıyorsundur, yazıyor, çiziyor, resmediyor,
Kare kaleminle portresini yapıyorsundur.
İşte o an bazen insanın yüzüne bakmak yeter.
İnsan yüzü ipuçları verir yarına dair,
İnsan yüzü anlatır anılarını geçmişe dair.
Vardır o an kahkaha atan dudakları,
Vardır o an ağlayan gözleri,
Ama her şey o insanın yüzündedir.
O anı yakalamaksa büyük iştir.
Dinlemeyi bilmek popüler dünyanın, ana akımın (main stream) bize empoze ettiği ne kadar saçma sapan, sahtekarca bir kalıba benziyor, değil mi? Hmm, öyle de anlaşılabilir. Günümüzde çoğu insan öyle anlıyor çünkü herkes her şeyde diğer kalan herkesten üstün, bilgili ve kendini daha bir firavunlaştırmış durumda. Gerçek budur ama farkına varılması gereken nokta, dinlemeyi bilmek insana nadir parçaların bulunduğu bir serginin kapılarını açıyor. Hayır, hayır ben sadece bir insanı dinlemekten ya da bir kuşu köpeği dinlemekten veyahut bir müzikteki her enstrümanı ayrı ayrı dinlemekten bahsetmiyorum. Pek tabii ki bunlar da var. Benim bahsettiğim "özgürleşmek". İnsanın varlığının dayandığı temellerden biri "özgürleşmek". Ufak yaşlarımdan beri aradığım soru, "varlığımın temeli" nedir? Özgürleşmektir. İşte dinlemeyi bilmenin açtığı kapıdan girdiğim an önüme gelen en nadide parça!
Dinlemeyi bilmek özgürleşmektir. Hayattaki ritmi yakalamaktır. Özgürlüğü gördüğüm yerlerden biri de müziktir. Şu anda dinlediğim ve paylaştığım müzikler, barındırdığı enstrümanlar, yaydığı duygular... Enstrumanların birbiriyle dansı ediyor. Enstrumanlar birbirlerini dinliyor. Bir ruh çıkartıyorlar ortaya. Ortak bir ruh. Ruhu dinlemek desem çok mu yabancı olur? Olabilir de, olmayabilir de. Benim içinse hiç yabancı değildir. Ben müzikte o ruhu görüyorum. Hep karşımda duruyor. Ona müdahale etmiyorum. Sadece bana verdiği anı yaşıyorum. O benle özgürleşiyor, ben onunla. Çifte kavrulmuş fıstıklar gibiiz. Birbirimizle cilveleşiyoruz. Evet, ikinci nadide parçayı bulduk: birbirleriyle cilveleşmek. Aslında dinlemeyi bilirken kendi ruhunu açıyorsun karşına. O da sana kendi ruhunu açıyor. Ne varmış ne yokmuş görüyorsun. Ruhların tangosu oluyor bir süre sonra.
İnsanı okuyabilmek. İnsan kendini kolayca ele verebilen bir varlıktır aslında. Önce gözlerine bakarsın, sonra ses tonunu dinlersin. Birbirleriyle paslaşan iki olaydan bahsediyorum burada. Çünkü birbirlerini tamamlarlar. Hüznü, sevinci, öfkeyi görürsün orada. Kimse kapalı kutu değildir. Sana bunu veren de dinlemeyi bilmektir. Dinlemek insanın kendine verdiği en büyük hediyedir.
Seninle karşılaştım hayatımın geçiş döneminde.
Kesinlikle aklımı işgal eden bir yanın oldu.
Seni yüreğime indirip içselleştirecek zamanı bulamasam da,
aklımı işgal ettin bir kere ve hep dolanıyorsun aklımın bir yerlerinde.
Seni görünce resimlerine tekrar göz gezdirmek istiyorum.
Resimlerini teker teker inceliyorum hayatımın bu geçiş döneminde.
Belki bu karmaşadan çıkabilsem koşacağım ilk adres sensin,
ama bilemedim ki zamanın bana ne kadar hoyratça davrandığını.
Belki de sana bir gün kavuşurum, en azından bir iki kelam ederiz diye dua ettim hep.
Senin resmini her gördüğümde aklım karışıyor.
O güzel yüzünü okşamak istiyorum, ama yapamıyorum.
Belki de hiç yapamayacağım, hayat bana hiçbir zaman bu şansı vermeyecek.
Gene de umuduma her daim tutunacağım,
umut olmazsa yaşamın anlamı kalır mı ki?
Kuruyan bir ağaç dalının en sonunda kırılması gibi,
umudum da bir gün belki kırılacak.
Sensin benim umutlarımın kırılmamasını sağlayan, senin hayalin, senin umudun, senin zihnimde yer edinmişliğin.
Seni dolandırıyorum zihnimde günlerce,
eminim biraz daha zamanım olsaydı, yüreğime indirebilecektim seni.
Ama maalesef beceremedim,
fakat şunu bilmelisin ki her daim aklımdasın.
There were those who thought I would give up.
Perhaps someone's conscience was put at ease.
Their conscience talked too much to them,
The inner voice was all mixed up.
But life was not so CHEAP,
It came when it was time to come.
It was the moment when you realized,
It was one of those moments when the truth would be revealed one by one.
It should not be worried that research and investigations will continue tirelessly,
Be assured that everything covered in dirt will be exposed one by one.
A mind that is very well-matched with time will make this situation,
Sands of time will flow,
That's when the importance of research and investigation will come to light.
In another course of time,
When there is a superhuman justice,
When the time when justice is fully revealed,
Who is standing tall, who is falling will be seen.
Research and investigations will continue,
The truth will be revealed one by one.
Right or wrong of what has been done will inevitably be judged,
But you won't do it, you're not human. You are weak.
Some situations should exceed us,
There should be divine power or whatever you call it there.
Lightning should strike us, winds should blow us from here to there.
That's when we'll really understand what we're doing.
Waiting to give up, waiting to submit,
Unfortunately, passing through this stage has become fashionable.
But it was not a situation that could be forced or followed.
However, what happened has been experienced, what needs to be seen has been seen.
Is today over? No, it's not.
It's 2:30 am and I'm still standing.
My trash metal is playing, my voice inside is getting clearer.
The only thing echoing is that research and investigations will never end.
The last question as I bid farewell to these lines:
What did human life mean to you as the day came to an end?
Can you write a line about the meaning of life?
Or do you end your night without writing anything with your pen?
Anyways, wherever you come from, that's where you're going.
I don't really believe in the saying "you are what you were at 7 when you're 70".
I don't fall for conservative attitudes.
My way is the way of change, and my direction is different every day.
"I'm on a long and thin road, going day and night," he says.
"You are a worker, stay a worker, put on your overalls," he says.
And he says many more things.
I say something in this life too.
I take my instrument, my words, and myself and hit the road.
I hum something to that time.
Let life know that,
I always say it, I always play it.
I write down my notes, sing my song.
I always carry the taste of freedom with me,
I conduct my research and investigations,
Then I close my eyes to the day.
I am writing an article,
Here I go on the road with my dreams,
To the deepest, infinite and boundless abysses.
I find my way with the meanings of that moment,
Here I take my pen, and we go with many dreams.
I draw a woman's face,
Almost thousands of times!
I visualize scenes that are about to go away from my mind.
At that very moment I take my pen from my desk,
I put its tip on an empty paper,
I start drawing, with all my emotions surging.
While drawing that woman's face,
I leave that moment, that pain, that sorrow, and sometimes happiness in every inch of it!
Each frame tells a different emotion,
And reminds you of yourself!
With each new line,
I move the tip of my pen on an empty paper,
I start to tell everything, or rather, to understand and see!
I realize that a lot has happened in that moment,
I depict it in my self!
While making it even more beautiful, I see myself.
Actually, while portraying that woman and me,
I find myself directing in my dream!
I see her face, her hair, her lips!
I draw everything with great affection.
Emotions spill one by one with each new drawing,
I delve into the depths of emotions!
I dive as if there is no place for other dreams!
I am coming to the end of the article,
I am about to put my pen on my desk.
Even though the article is finished, its effect is still in my mind and heart!
It wanders through every vein of mine, leaving traces constantly.
I put my pen on the desk, but it still remains in my heart!
It found its soul in every line of mine and went to another time, another place!
Now I am also going to another place,
Hoping to meet again...
Here, I wrote down the article, just like that!
We all live in the same place, as human beings. We eat, drink, sleep, pray, yet we continue on; we move forward with our fantasies, whether they come true or not. We write our script into the void and act as individuals. We lived through our past and look to our present, but I don't know what we will do for our future.
Maybe we paint for tomorrow, maybe we write notes or stories. Perhaps we even compose music. We are trying to decide which instrument fits best with our composition. Maybe we categorize instruments based on our emotions. We have our violin, cello, bagpipe, electric guitar, bass guitar, and drum set. We also think about what else could be out there and we know that any other instrument could pop up at any time. We must do our job properly and place something correctly into this world.
Despondency and destruction are everywhere. Maybe humans are naturally found in these situations. Everywhere is covered with lies and bigotry. We should ask ourselves "Why is this so?" Instead of preparing the ground for evil. We could go towards a bigger decline without knowing our limits. Wasn't the biggest sign of the apocalypse the downfall of humanity? Maybe we weren't even aware of it. Suddenly we went down to a level even lower than animals. Did we ever ask why, or did we just try to infect others around us with our own collapse? Did we become the Antichrist? Or Gog and Magog? Could we still be a messiah? Is there a way for this?
Of course, there is. Painting, making music, or sculpting will save us. We will find friendship, sincerity, and honesty at the tip of our pen. The notes in the corner of our soul will give us rhythm. Should it be 4/4 or 13/8? Do we have to go straight on a path? Should our rhythms be irregular? I don't know. The only thing we know is that people surround themselves with lies and deception. The place of honor has been replaced by dishonor, the place of dignity has been replaced by undignified behavior. This is exactly where the beginning of the end started. This is what we need to remember as human beings.
I have tasted many wines in my life.
Some were red, some were white.
Some were sour, some were sweet.
Each had a different intoxicating effect; a kind of side effect.
They made my head spin,
They knocked my feet out from under me.
I have tasted many wines in my life.
Actually, there is a deep story behind the making of each wine:
There is a recklessness, a dizziness;
It has an attracting power..
It takes you away from yourself and doesn't give you back.
And when it gives you back, it puts you in a deep sleep.
You can't get up, and even if you do, it leaves you with a long-lasting and terrible headache.
Nevertheless, most of the time we take our spirits away with those wines.
Like going, coming, traveling, and seeing, I live my life sipping my wine at a tavern.
You drink it in good times, in good memories, and you want new ones.
You imagine the existence of wines that should always be beautifully drunk in your life.
No matter what, you keep drinking until the bitter or sweet taste stays in your mouth. You drink,
you drink...
The never-ending effect of wine on your life,
You think living wine intensely is the best.
Even though you know that every experience has an end,
You live the effect of wine with great desire and longing.
But no one knows what the effect of wine will be in the end.
No one can predict, no one can see; only live in the moment.
The effect of wine in your life is like a permanent taste at that moment
And you keep drinking until the end.
I am still here,
Don't think that I have given up.
Shall I share the best thing I know with you?
Life will leave me one day anyway.
How old was I in my profile picture?
Could it be 26? Yes, it could be.
Did I have a earring and a ponytail in my hair back then?
Let me whisper something to your ear:
That ponytail became two, and I even let it grow longer afterwards.
I have lost years of my life;
They might have been my own mistakes. That binds me.
But if those lost years were not my fault,
Who do they bind?
Now I am still here,
I have a bleached yellow head.
Unlike those whose hair has turned white, mine is still bright yellow.
Can I tell you a secret?
It will be very interesting if some silver strands fall on my platinum blonde hair.
Yes, if fate allows, my hair will turn gray.
Who knows, maybe I'll become a musician.
It's a fact that I will always carry art in my soul,
The light I emit will never fade away.
Yes, I am still here,
And I'm not giving up on life.
Shall I share the best thing I know with you?
Life will leave me one day anyway;
Until then, everything else will remain insignificant.
Human beings go back and forth between life and death every moment of the day.
Embrace death every second of life.
Because death can knock on your door suddenly,
Or it can postpone itself,
But death is always waiting for you.
Don't be afraid of death, embrace it.
Live with it every moment but never fear it.
If you have a true spirit, a new life will unfold for you every day.
Always be one with death, smile at it.
Always be ready to invite it in quietly, never be afraid.
Life is your line,
And death is where that line ends.
When death comes to you, make sure your life line will never be erased.
Behave accordingly, live accordingly,
Because death can come at any moment.
Be a painter, draw death in pastel shades.
Be a musician, write death's notes containing both thin and thick sounds.
Be a writer, write a novel with joy, sadness, and enthusiasm.
Carrying the main character of the novel, which is you.
Build your own lute, let its note produce your unique music.
Be a sharer, let everyone know you by these things, taste them and feel them.
Remember, death can come at any moment.
Crown your life, create your line so that it will never be erased.
First a brief explanation: The concept of "catharsis" entered our lives from Buddhist philosophy. It means emotional release in summary.
As far as I understand, this concept is important for psychoanalytic and cognitive therapy. It is definitely a topic that needs to be researched.
So, is the concept of catharsis important for people? It seems to me that it is. Life itself is stressful, it moves very fast and misleading information is constantly increasing. With the addition of attempts at manipulation, life becomes quite unbearable. We are not a healthy nation or society. Many people need treatment. Catharsis can help us in this regard.
Everyone should ask themselves: What is my catharsis? Is it listening to music, playing an instrument, dancing at concerts, or running naked in the rain?
"Catharsis" is a very important issue. A man who works eight hours a day goes to play drums and then writes this article. In fact, all of these are his catharsis. And he is not very tense. Despite waking up with a panic attack in the morning, he will have a good night's sleep.
This country's aggressive approach, consisting of individuals who can eat each other at any moment, and even attacking tourists, is a very bad event. We need to calm down a bit.
It is best to find our own catharsis.
Like everyone else, I am writing my own novel as the protagonist of my own story. I walk on an endless road with an uncertain end, often looking back and complaining to myself during the rarest moments of my life. Although I bring to mind things that are almost yellowed and forgotten, which have been standing on dusty shelves for a long time when I look back, there is a creativity in the characters I will create in the rest of my life and how I will wear them on me. Just like the creativity that exists in the idea of a novel writer going back to the back pages of his book to make it more exciting and provocative in the future.
That novelist talks about finding someone in part of the novel, just like everyone else. He speaks in line after line from that section about something that will add a lot to his novel or rather, a value that will actually be added to himself as the hero of his own novel. In fact, he is looking for a specific person. The novelist imagines that person will be someone like Peyton Sawyer from One Tree Hill. He wants her to be the essence of his life. Then he looks back again. He sees all the Peyton Sawyers in his life. And suddenly he thinks, "Those Peyton Sawyers have always intertwined the lines in his novel, messed up the order of paragraphs." And now he takes his pen a little thoughtfully and cowardly, starts drawing a picture. He draws the picture with those words that are simple, mysterious, timid, but also dedicated to overcoming that fear and even creating new fears and timidity.
That novelist begins to draw the picture, and where the drawing will go is a new Peyton Sawyer. He starts the lines neatly. But as those lines increase, his fears grow, and he has to open up and open his heart. It's as if those lines of text are constantly saying "come to me." At that moment, the novelist tries to adapt to a new world like a being who has stepped into a new creature. But in this situation, he sees many more lines of text. And he knows that when those lines of text come together, the meaning that will be created will fall behind love and it will mean that it will never come back again. But still, he stubbornly writes, writes, writes... Just like everyone else...
Then he realizes that the novelist, like everyone else, "I am also the toy of my own novel."
Actually, he understands at that moment that "I am the toy of those lines of text."
Actually, he realizes that he is "his own toy" in reality... Like everyone else...
I scratch life every day and see that; We also have bread. One bread for each day. Freshly baked, crunchy, warm bread.
As I prepare to say good night to today, That is, as I prepare to bid farewell to the day I lived, I want to say that you fed me. I won't go to bed hungry tonight either. You filled me up with bread. May God be pleased with you.
One bread for each day. A new goal, a new endeavor for each day. The struggle that comes one after the other. This is what life is all about. Life gives you a bread every day.
I am saying goodbye to today, closing my eyes. My back is straight, my stomach is full. I will explain again tomorrow. I will live with the taste of bread. The day will end again. And I will finish my bread again. I will eat different breads with different tastes on the new day.
Bread, bread, bread... We also have bread. One bread for each day. Warm, fragrant bread.
If life is a music, I am always within that music. My breath never ends; notes come out of my breath, each one different, unique.
Life is a sequence of notes, and I am the interpreter. The harmony of my breathing is always different; Like I said, it is a melody itself.
Even if it is a broken melody, it never ends, it never stops. Sometimes you may think you can silence it, No! It has just rested for a while. Actually, it prepares its new melodies with its endless power.
It only waits for the signal of the right moment; When it receives the signal, it plays again, booms. But it is a melody, it doesn't deafen the ears, and its power never ends; because the power of melodies is infinite, just like my breath.
There was a little man who had drawn his own path, written his own melody, designed his own story, and shaped his own stage.
He wanted to see himself as a big one against life.
He was trying to take all his steps accordingly and expecting mercy from life.
He did not know how merciful life would be to him, but he knew how to rewrite the notes.
He could create his harmony in measures of 11/8, 6/8 or 3/8, or other measures.
He was creating the melody of each day, embracing that melody as if it was his shield. Music was very important to him, maybe more important than anything else.
Maybe it was more important than anything else.
He was creating the melody of each day, embracing that melody as if it was his shield. Music was very important to him, maybe more important than anything else.
In fact, what he thought was to find music in everything, and he was finding it.
Because these days the souls that made him cry, laugh, excite, and increase his motivation were giving him music.
I think he would do this throughout his life, because he thought that life could not be without music and decided on it inwardly.
Music was a flower that quietly bloomed for him.
Music was everywhere for him, because he knew how to listen to it and wanted to spread its light around him.
There were times in his life when he forgot music, when he lost himself in it. In that life, there was only anger, nightmares, and ugly memories.
And in that life, there was only anger. There were nightmares. There were ugly memories.
But then he found that music again. And the things he thought he had lost inside came back.
Now he could listen, understand, read his environment, and write his melodies.
He was collecting those melodies in his book.
And he woke up to a new day and continued in the same way.
Lately, I've been thinking about "what is crying, what does it mean?" because I cry often.
A sudden gust of wind comes and scatters my soul.
Even though that wind leaves behind a scattered soul, one that is equally happy, cheerful, rebellious, with its head held high, forehead open, and a melody left behind.
Because crying is actually making peace with yourself, understanding your own self, surrendering to yourself, and even creating sentences about yourself.
You always laugh, I laugh, you laugh, they laugh, but not everyone can cry. Crying is sincere, genuine, and also belongs to you.
Crying is about releasing the fractures and anger within your soul outward. It's becoming whole again. Only then are you really existing and truly growing up.
Crying means growing up. It's making peace with yourself and the people around you. It's about understanding that "feeling" and "sensing" are important.
Crying is somehow expressing your potential outwardly. It's about making the quiet voices inside you more visible and more harmonious.
Crying is finding yourself again at that moment, reconnecting with life. It means I have a lot of things to accomplish.
Because these days, the souls that make her cry, laugh, and motivate her are giving her music.
Crying is actually making an appointment with life. It means "I'll see you soon!" Crying is shedding tears from your eyes, letting out a part of your soul, and saying "I'll find you."
Crying is releasing your soul and making a promise. It means "I will nourish you with the smiles inside me."
That's crying. Actually, it's very important. It needs to be thought about and given meaning. If life is meaningful, there is a meaning in crying as well as laughing. And there is a summary of life.
The summary is to be "human."
So dear life, you have a beginning and an end.
I don't believe anyone can object to that.
You have a system that everyone has to accept.
But there is also a justice we need to see and feel while still alive.
It doesn't work without justice, life!
Patience stones are cracking,
Our souls are being worn down more every day.
Our resistance surely remains there but,
I don't know if our energy about life is still there.
"Never let go of that rope, even if your hands get cut and it breaks," they said.
That's what we're doing too, oh life.
"The finger that the Shariah cuts doesn't hurt.
The finger that life cuts probably doesn't hurt either. After all, isn't death inevitable?"
Let our fingers go for this cause, but let us see its justice before we die, oh life!
Is this too much to ask for from this small body with a spirit that has no edges?
Come on, I'm waiting for good news from you soon, life.
Can't you sprinkle some justice on us too, oh life?!
Hope is the bread of the soul.
When there is no hope, the state of the soul deteriorates.
Hope feeds our dreams,
Hope illuminates our brain,
Hope brings new ideas and emotions.
In short, hope is what elevates human souls and ensures that we wake up happy in the morning.
Hope guarantees peaceful sleep at night,
Hope ensures progress without stumbling or falling during the day.
Even a tiny bit of hope can bring a smile to someone's face.
Hope connects us to life with love.
If hope is lost, one would close their eyes to the world when the time comes, as if they will never open
their eyes again.
Or they will continue to be unhappy when they wake up the next day.
Hope is not something you can buy by the kilo at the market.
That hope that does not always appear everywhere at any time.
Hope is a treasure buried underground.
It is not granted to everyone to find it.
Finding it brings a smile to one's face and excitement to one's soul.
Then they want to experience the excitement, love, and attachment.
All because of a little hope.
It must always be protected,
It must always be respected.
Hope is what takes you out of the realm of possibilities;
It puts you in a calm sea where you can swim easily without waves.
These are all hope.
And it is hope that needs to be protected.
Most of us are not aware, but hope is everything to us.
We must preserve it and carry it into the future.
Because hope is everything to us.
If hope remains in the past, we cannot dream of tomorrow.
We cannot make plans. We are stuck in the middle of a deserted street.
And all the beauty found in our soul goes to another spring. You can't get there.
This is what hope is like. Without hope, there is nothing.
This is the story of hope.
Those who go with their hope will never remain without a goal and they are always happy and hopeful.
Because that hope; illuminates the future, reminds us of the past, and is the most beautiful thing we
possess.
When asked, "can you draw a picture of happiness for me?" I can paint the picture of happiness with my
words.
While I was set on writing this article, divine inspiration sent me an idea and introduced me to Lindsey
Stirling. The following quote from her video greatly influenced this article:
The child that is within you will find you when you discover yourself. Be brave enough to step into the darkness and then you will see the light.
Begin with making peace with yourself, conquering yourself. Train yourself, see your emotions. While designing life, always put a piece of yourself forward. These are the patterns that describe happiness when drawing it. Conquer your ego, open yourself to people, do not be afraid to show your feelings. See it more as a gift given to you. Or take the feeling in music and bring it further. Maybe write verses, feel the moment. Reflect that moment through your eyes. No matter how old you are, reveal the child inside of you that never ages and give him/her a share in your life. Do not surrender to monotony because of that child. In short, this is how you can draw the picture of happiness.
See the darkness and don't be afraid of it, revealing the angel within you in the darkness. Because the most sacred angel is the one you carry inside of you. Embrace the darkness that winter brings and learn the necessary lessons. Because there will always be winter in human life and it should be loved. Only then can you make peace with yourself. When the end of winter comes, see the more mature and childlike person within you again. Actually, that's you, a part of you. Seeing this is the beginning of everything. Rejecting that inner child will only bring you unhappiness. You need to continue your inner journey without damaging him/her. This is how you draw the picture of happiness.
The picture is not always drawn with a pencil or paint. Your thoughts, writings, and dreams can also create the image. For example, my dream of returning to music. You surely have one too. Keeping this in mind and embracing it in your soul is the most obvious sign that you have drawn the picture of happiness. Another indicator is always providing new materials for your soul and allowing it to create. Not blocking it, not judging it, showing it the way and knowing that the rest will come.
After 30 years of my life, discovering this answer and finding a new picture, a new life is great happiness. Life does not pass by. You are always creating new lives.
It's like writing a book, my story.
Even before these lines were put down on paper, it was already a beautiful story.
These lines were written under a wind as cold as ice that froze my tears.
As my frozen tears hurt my cheeks, line by line flowed through my mind.
And so they were written at that time, in that place.
Life is actually a book, in my deep thoughts.
A book that progresses in parts but never ends,
A book that is never fully formed, with sentences added, removed, and deleted.
Always having a pen in hand, a lot of words in mind.
Always.
What were those parts?
There was a preface. It summarized every experience in a nutshell.
Because life was a place where experiences danced with harmony.
There was a thank-you note, and it was very long.
Because there were a lot of people coming in and out of my life. The angels in the darkness touched my life
subtly.
It included certain periods in my life.
All of them deserved to be read.
Reading a book and taking something from
it is important.
Each page reveals something new, and our eyes are glued to the words.
It's the same with life. We need to read it carefully to find its meaning.
Sometimes we're just flipping through pages quickly without really understanding what's going on.
But every moment, whether happy or sad, deserves attention.
This is why life is a book that is never fully formed.
As we write our own story, we have the power to choose how to live our lives.
We can choose to live fully and embrace both the happy and sad moments,
Or we can choose to numb ourselves and miss out on the richness of experience.
I choose to live fully, because that's how I want my story to be written.
And even though there may be pain and heartache along the way,
I know that they are necessary parts of my story and will make it all the more meaningful in the end.
The tears that fall like shattered glass
Is the sea in which I swim.
Every day, starting anew,
Seeking for hidden knowledge within.
Lost for so long,
In search of who I am.
Through trials and tribulations,
A path begins to form.
Words unspoken, melodies unheard,
Begin to take shape.
A map of my soul,
Revealed through my creations.
So I sing my song,
And let the tears fall like shattered glass.
Knowing that within me lies a truth,
That will guide me on my path.
Has anyone ever asked you "Where are you going?" at some point in your life?
There's always a point where there are two paths.
And while you're contemplating which one to take, you think that the end result will be the same.
But your journey has only just begun.
You're standing in the middle of an empty street.
As if no one is watching.
A gentle breeze is blowing your hair.
It takes away the tears from your eyes.
And it carries you along a path.
And then you begin to say out loud.
Suddenly I am in the middle of empty roads.
Goals have always been too easy.
Life has never given you easy goals.
"Where should I go?" you had asked.
"Where should I go?" you had repeated over and over again.
And then you began to whisper again:
"Suddenly I am in the middle of empty roads.
Goals have always been too easy!"
"Don't be afraid my dear, they all end up the same.
I'm one of the high ones and it took me."
Recently, a part of my life is spent trying to follow and understand the country's agenda, or rather being stuck in it and trying not to be affected by it, in an effort to take a stance. Yes, there are many schizoid trolls around us. I think we can call them trolls. Actually, the sentences that a woman uttered, disregarding her own right to live, while making pastries made me think that I was on the right path. Separating myself from this lane was the best decision I've ever made. If I'm going to be criticized for doing so, then let it be.
But what is really important, do you know? Yes, "civilization". Civilization is very important. In civilization, people say "we have nothing to do with other people. Our business is with life." Take your heads out of the sand a little bit and see how well this description fits: "When a peacock gets scared, it buries its head in the sand. As if the rest of its body is not exposed. Maybe it thinks its head will keep it alive." It seems like the western part of the world has become a source of fear for us. At least for some of us. I decided to call these guys schizoid trolls.
For years we've been played with a religious tale. Nowadays, we see that religion doesn't bring us anything. Nothing in life is served on a silver platter. I never had the opinion that "religion gives us conscience, religion gives us understanding, it gives us whatever we need." In my personal opinion, this is not entirely true. Religion makes people anti-social animals. The rest is up to us. If there's something, there's something. If there's nothing, there's nothing. Did we discover it? Did we not? These are the questions.
"There's no need to feel insulted by calling someone an 'animal'. You know, our torment as humans is not only for other humans, but also for animals. But this information sheds light on how dire the situation is for these types of schizoid trolls: 'Imagine a pyramid, let's call it the existence pyramid. Let it have 4 layers. Let's compare dogs and humans. At the top layer of the pyramid, dogs have freedom of instinct or inner drive, while humans have freedom of thought. Nowadays, it is observed that the number of schizoid trolls has increased significantly. And it seems like they've fallen into an even worse situation than the animals we torture."
Let's go back to the topic of religion. I said earlier that religion makes us anti-social animals. Of course, this is my view. I have a long life ahead of me. My thoughts will develop more. It's the state that makes us social animals. In university, I took a course called law, philosophy, sociology, and state. The professor at the time, with whom I had long conversations, was very interested in philosophy.
**** Maybe this is what we're seeing nowadays. Maybe the philosophers who lived in the Middle Ages or in Europe before Christ were right. Because if state power is abused, polarization occurs, some young or middle-aged girls wear shorts up to their groins while others wear burqas, or sexist images are displayed every day, or some people look at the opposite sex like property, if slave order is tried to be established or if the lives of those who do not see it that way become miserable. Sorry, but this would cause chaos! I have been watching the games played on women for 12 years now. But these know-it-alls who think they know everything cannot see it. The biggest game is played on women. Where there are no women, society is like a landfill. Haven't you really seen how women are slowly being plunged into darkness? Oh, ye army of wise men.
**** I look at life as a social experiment. I'm not a sociologist or psychologist, but as I said earlier, my life has always been about interpreting, developing my perspective, and abstract thinking. I've been working for a year now and going to concerts for a year. In fact, when I first started working, it coincided with the AKBANK ART Jazz Festival. I was able to attend 1-2 concerts. It was great. This month, I went to two festivals. One of the festivals had young blood. I mean, types whose blood was gushing. They were so alive that they made me feel alive too. The other festival I recently attended had a crowd whose blood had returned to a normal tempo, but could match the tempo of that young movement whenever they wanted. Of course, there was also a young crowd. It was even nice to see 7-year-olds listening to metal bands from the late 80s. By the way, life is not just about metal. I've been to many elite places for jazz concerts. There was also a crowd there. Cool-headed. A crowd that combined the rhythm of JAZZ with their emotions and let themselves flow. But you know what? These people have nothing to do with those who supposedly govern this country!!! Sorry, they wouldn't even hire them. And if this country were left to the crowds I mentioned, this country would soar. But there is a huge gap and an equally unemployable situation in between.
**** Anyway, this article could go on and on. But instead of a very long article, I think it's better to try to give subliminal messages in a short article that makes people think. We become smarter that way. All I can say is "don't be hypocritical, neither society nor the country can tolerate it anymore. And we don't buy it. Have you got it?"
Sometimes you continue on, silent and calm in life. Crazy waves break through mountains within you.
Sometimes you feel like you can do it, succeed at this. That sound that pierces your heart,
Breaks clouds apart, falls like rain with your tears, burns your cheeks, mixes your soul.
The quiet and calm way you go about in life actually contains so much.
My quiet and calmness carries many great meanings.
Actually, it puts together such beautiful lines that give me great strength.
It's a moment where I feel like I don't need anything but to be myself.
The waves within me break through mountains, that sound pierces my heart.
In me, there is only a quiet, calm state.
It's that state which opens up quietly in the nights.
That's how I keep going in life, silent and calm, with crazy waves breaking through mountains within me.
Many cries get stuck in my throat, feel like a weight in my chest.
Yet, I am still silent and calm because life is so beautiful, that's how I feel.
A few tears flow from my eyes. They are my tranquilizer, the moment that helps me regain my strength.
That's why I keep going in life, silent and calmness hits me with great peace.
No one else knows what gets broken inside of me except for me.
Actually, this brings me many beautiful things and doesn't take much away from me.
Every morning I wake up stronger. Do you know why?
Because I can cry, yet still continue silently, calmly.
That's what will give me life.
This way, the obstacles I need to overcome become a situation that lifts me higher only.
This way, I watch the world from above, and then see that I am complete.
My rebellion has grown big now.
It's not my rebellion against life, it's my rebellion against those who make my life difficult.
This time, I won't try to lock up my rebellion.
Know this from now on.
Once upon a time, there were too many paths taken.
I had taken so many paths, but no one knew about it.
Did the world care for those who didn't know about it?
They thought they had lived their lives in a cup of water!
I know that one should always look at the bright side of things.
But explain a little more, my friend, I'm getting tired.
Give me some words from the bright side.
I want to work with those words because my rebellion is big.
You don't know, you don't see, you pretend to see, and fall into illusions.
I didn't lock up my rebellion, or put it in a box.
I didn't throw the key to the depths of the sea.
I will open that box with a simple hand gesture.
That moment will process all my feelings towards you.
Life will continue and won't stop.
Every day, the difficulties and surprises you face will hit you in the face.
Because my rebellion is big,
and there's nothing that can stop it.
Quietly and deeply, I'll come from the depths of the sea.
I'll read you like a book and walk silently next to you.
The only thing you'll feel is a quiet breeze. That breeze is a rebellion.
My rebellion is so big, it will surround you completely and be in a corner of your life.
I am a handsome man, a handsome man who has turned 30.
A man who has been resisting the weariness of life and the absurdity of people for 30 years.
I think humanity has never been so beneath our feet, no apologies.
Tall buildings, false riches, quality goods we do not produce, and insatiable desires have created us.
Today we have come to this point. But no apologies, this was in our nature.
Let everyone hear that I only have one life. I am aware every day that I am moving towards my end.
After 30 years of fighting, I wanted to live in peace.
It wasn't possible. Maybe it will be one day. I continue my fight.
But it happens when a person gets tired. Do you know?
Maybe I am tired. No one benefits from staying here!
Because I still believe, I trust myself.
Because I am a handsome man.
I saw that rebelling was useless.
But look at the present day and answer me. Whose work is this???!!!
If it is my work, say "this is your work, keep quiet".
If not, come out clearly and honestly and say "these times are my work, our work".
Because consciences are bleeding.
I know that no one will take responsibility for this.
So I ask. Asking is my biggest right.
Have you ever tried to understand my world?
I am a man who cannot see properly!
The real problem is that people do not try to understand each other.
We are living in a cursed environment, MY FRIEND!
But I will change some things for myself.
It can't go on like this anymore.
Let it be known.
I have cries. I have delusions.
I will use them in a way that leads me to the beautiful.
I never give up on life. The one who gives up can leave.
I never get tired of life. The one who gets tired can get bored.
Every day is a different struggle towards my end.
Maybe that's what's beautiful, but I also want peace, MY FRIEND!
Because I am afraid of being buried under my cries.
I am writing this while listening to a blues concert.
I have my baget and tea. I have an egg on the stove.
Beautiful things are waiting for me.
At least that's how I imagine it.
But as I move towards my end, I say a little peace.
I hope my cries lead me to peace.
And I continue on my path.
A melody came from afar.
A melody that I was captivated by the moment I heard it.
It took me on an emotional journey.
I started to dance.
Every time I heard that melody,
I trembled inside.
A cold breeze circulated through my whole body.
I wasn't cold, but my hair stood on end.
That's when I started the melody again.
My emotions were building up inside me.
They were like chasing the right moment to express themselves.
At that moment, curiosity surged inside me.
What was the way to show the cold effect inside me outside?
I was eating myself alive.
That's when the answer came:
A few drops of tears.
It made me feel the music inside me.
That's when my dance with life began.
As if it would never end.
I saw a growing light.
I was running on the tops of stars falling from the sky.
Finally, I reached the clouds.
I saw a ladder.
It was descending to the surface.
I had landed in the middle of a green meadow.
And that's when I found pink flowers.
Made of my tears.
At that moment, I said:
The biggest treasures inside me are apparently hidden in my tears.
(Let me explain the situation first. I wanted to write for the magazine produced by our department. The area I wanted to write about was music. Therefore, the editor of the magazine, our friend, gave me a key word: "painkiller". I had to combine the painkiller with music. So, I found a new keyword called "detail" and the article continued from that point on.)
Going into detail is the biggest painkiller.
Music is like a dance floor where details come together and dance in harmony. And someone who goes into detail can only find themselves making those figures in that dance. They can take themselves to another level. This is actually the biggest painkiller for them.
For example, when a person has a headache, all they do is focus on one place and stay there. They only think about the headache; then the person complains, regrets, sometimes curses too, albeit not frequent. Some people do this because it's easy. But instead of choosing to do so, that person needs to choose to go into detail. Because going into detail is the biggest painkiller. The most majestic details are held in music. Music carries such epic details that sometimes people just turn to it and forget about other things. They only exist in that world and only deal with those who exist in that world. Why exclude others? At that moment, the person feels that their pain has disappeared. And they see that it is gradually disappearing because that person is going into detail. And let's not forget that going into detail is the biggest painkiller.
"Going into detail" is not an easy process. The prerequisite for going into detail is obtained after a great challenge you have done. In other words, concentration is the greatest battle you fight with yourself in your inner world. Because generally people choose to be victims of instantaneous concentration situations, even if they don't want to. However, it is clear that people need to choose another way. Another definition of another way is: "To completely surrender yourself to that flow and observe that 'concentration,' which makes you think that it will never leave you and will hold on to you tightly, showing you that it will continue to exist in your abstract plane". This is exactly what we mean by another way. When a person achieves this sincerely, it is time to go into detail. Going into detail will be the sum of "the combination of the impulses in your inner existence, the harmony of the existence we call "concentrate" that we defined above without cerebral masturbation, which manifests itself in a series of sentences". It can be understood how difficult and intricate this process is from the processes contained in the definitions we gave. But we remember again: "Going into detail is the biggest painkiller," and believe that this is a bearable process. When you complete this process, we will know that you have a natural painkiller in your hand, and you will feel stronger.
As we said at the beginning, the most epic details of the detail are found within music. Let's talk a little about it too. When you listen to music, we see a lot of things that have been worked on, pondered upon. Of course, I assume that you have successfully passed all the tests mentioned above. If you see what's inside music, then the process of "going into detail" will emerge. In short, I gave you the theoretical part. I will now put this into practice. After this explanation, let me move on to what I will really talk about: "What are the things that exist within music?" If music is really something that you put inside yourself and if it provides you with the concentration we mentioned above and the power to go into detail, then it is an "epic" series of chaotic events that contain every inch of that human soul, carrying the sorrows in his soul, exhibiting the smiles in his soul, saying the sentences he wants to say in his soul and helping him to spread all of these to the tangible world. Then there is music, which houses the codes in your brain, makes you see the command chain of your brain thanks to the instruments you use, shows your thoughts and thought structure to the whole world. That's why the reason for the sentence "it harbors the most epic details from the beginning" is that it contains so much. Let me connect this with a sentence from a famous musician, Ludwig van Beethoven: "Music is a higher revelation than all wisdom and philosophy." This quote explains that music has the power to reveal things that cannot be expressed through words or rational thought. It touches the deepest parts of our soul and speaks to us in ways that transcend language and logic.
Going into detail within music means paying attention to every note, every rhythm, every melody, and every emotion that it conveys. It means immersing yourself in the music and letting it take you on a journey. When we go into detail in music, we discover new things about ourselves and the world around us. We see things from different perspectives, and we gain insights that we could not have gained otherwise.
In conclusion, going into detail is the biggest painkiller because it allows us to escape from our problems and find solace in the beauty of the world. Music is one of the most powerful tools for achieving this state of mind. By immersing ourselves in the details of music, we can find peace, happiness, and inspiration. So, let us embrace the power of detail and let it heal us from the inside out.
The first birth to life, the first opening of the eyes.
We all come into this life with a pure soul. We have clean pages to fill. We examine life with our
eyes. We are so pure and clean, unaware and looking around unconsciously. We cry. We scream as loud
as we can. Is it the happiness of coming into this world or the regret of being born into this
world? We don't know these things. Because we have just met life. Our soul, which is in a spiritual
handshake, makes its first contact with life. As I said, everything is so clear for that moment, we
are just there with our soul.
"A baby was born into the world, a new joy formed.
There was a baby who didn't know what to do.
Touching life in a very pure and naive way, he looked around with his eyes.
There was a combination at that moment, something symbolizing unity.
The baby's crying, or rather screaming, could be heard.
Who knew what his screams meant?
Was it Joy or Sorrow?
In my opinion, it was a great joy because he came into the world with a pure soul.
He had taken on a pure purpose, his eyes were shining.
I came to life, he said.
Perhaps his screams were a note.
In this way, he was touching life and eventually, music would come out of the notes.
Of course, would it be a broken music that hurt the ears?
Or would it be a masterpiece that gave peace to people?
These would be understood over time.
Being involved with life.
Actually, this is a lifelong process. We are all involved with life. While struggling, we either
become destructive or constructive. In fact, we do both. We need to realize this. None of us are
clean. The important question is how clean are we? As the song says, 'none of us are innocent.'
Life is a process in which we grow.
A period where our soul rises,
Or a period where our soul gets stuck in the bog.
It's up to us, us humans.
Life itself is not very pure.
Yes, life itself is not pure. There are too many traps. We can stumble and fall at any moment. The
biggest trap is being a prisoner to ourselves. Do you know what pollutes our soul the most? Our
minds and the games our minds play on us. Just as it is mentioned in a book, don't be a prisoner to
your mind, add your soul to life.
Realize your feelings that will lead you to disaster.
Always be at peace with them,
Knowing that you harbor them inside you.
But live without surrendering to them.
Live so that you don't get dragged into the bog,
Because the bog will pull you down even further.
It can be difficult to dry out the bog.
And when you sink into the bog, you can't dry it out.
So don't get involved at all.
Eventually, it will drag you down to the bottom, know and fear that.
That's why you should always keep the pure soul that you inherited as a baby clean.
Although not entirely possible, try to keep it clean at least.
Because life itself is dirty and contains too many traps.
Clean-souled people can reveal themselves.
Of course, provided that you look carefully and give them a chance to get to know you. They need to
open up to you. They may have hope in you to also cleanse yourself, to make you a better person. But
as I said, if you are stuck in the bog, that bog will inevitably pull you down. Clean souls make
their own decisions. They are free spirits. They are noble and generous enough to help you.
Go out one day.
Walk on the streets.
Find a person in one of the streets.
Let it be the combination of chance and coincidence that person who appears before you.
Hide one of your glances from him.
Examine him, look into his eyes.
See if the light is gone from his eyes or if they are shining.
Those eyes will tell you a lot.
You will see from his eyes if his soul is clean or dirty.
If he has a dirty soul, he will look at the world angrily.
If his soul is clean, he will give you a bright look.
Understand the person in front of you, get to know him well.
Then take a general look at his face.
See his dimples, which appear when he smiles.
His eyes will shine at that moment too.
The moment you catch that smile.
You will understand that you are facing a very pure being.
You should make him happier.
You should not hurt him.
If you have a dirty soul, you should not try to pollute him.
If you try to pollute him, he will eventually give up on you.
He will seek a calmer harbor in a way.
Know this well and act accordingly.
It is very important to notice clean souls,
Do something for this.
Do not sacrifice yourself or the person in front of you.
Because your pollution cannot spread to clean souls,
And you will remain even more polluted.
You will find yourself at the bottom of the bog.
What it takes to have a clean soul.
There is a lot of work to be done, did you know that? Although there are not very difficult tasks.
It requires attention at all times. You will encounter many traps waiting for you, and falling into
that trap will be quite entertaining for the one who set it up.
That's why life is not that simple. You will find your own paths and follow them throughout your
life. What really matters is to be as clean-souled as possible.
There are things required to have a clean soul.
We are all equipped with a good soul, justice.
This is the path you need to follow.
It requires touching other people's lives with kindness.
Let the world touch you too.
There is no prayer like a clean soul's.
Once you receive that prayer, your back will not hit the ground.
Do not leave your prayers behind.
Do good for it.
Those who do good, find good.
Therefore, be fair.
The fair person summons justice within himself.
In short, watch out for clean-souled people.
Look for them and find them.
Find them and renew the darkness of your soul with their light.
Light always overcomes darkness.
Overcome the darkness and never look back.
Do not drag yourself into the bog.
In the end, the choice is yours.
In the end, the choice is yours.
Know that life is your own responsibility.
You have a soul, whether you realize it or not.
It is waiting for you to meet it. Perhaps you have already united, but you are not aware of it.
Another clean soul may also come across your path to help facilitate this meeting. Keep your eyes
open at all times and look for people whose eyes shine. When you find them, try to absorb their
purity instead of trying to taint them with your impurity.
Life is the product of a long struggle.
Most of life is spent crawling, and life only gives you fleeting moments of happiness.
You must act responsibly with this responsibility. Life cannot handle irresponsibility.
Later in life, life can wave goodbye to you.
There are lost lives in the country I live in.
They have been leaving for a long time.
We could never wave goodbye to any of them properly.
Because when life waved at them from a distance, we never noticed.
No, no, I'm not just talking about the recent terror attacks.
There are many others, such as femicides and incidents during the Gezi protests.
A life has passed. Life cannot be found, replaced or substituted by another life.
It is a person who has passed away. It shouldn't take long to realize its importance.
But what about those who are still alive?
How many young people are unemployed in this country? How many are victims of this country's absurd
system?
The rich, how they became rich is not for me to discuss; their answer will be shaped by their
conscience.
But while some are piling up their fleets and calling them yachts,
what will the impoverished youth do? They become victims.
Living, being miserable when you could have been happy. A combination that doesn't quite fit.
The living still have hope. But what about those who are no longer with us?
The living have empathy, though it may not seem like it, they're lucky to have it.
So in a place where some live without empathy, what will they do?
That is the truly important question!
Life should never wave at you from a distance.
The living and those who meet hope again every morning.
Life should not say, "Come on, surprise me this time." It shouldn't ask you to put your thoughts on
the table.
If it does, will there be any meaning to living or not living? For that person?
Actually, writing these lines is quite difficult.
Especially in a country where people lose their right to life just when they could have been
perfectly happy.
Or when you see people lying on the pavement on Istiklal Street.
If being human is the ultimate goal, then maintaining hope is what makes us human in today's
world.
And if we want to maintain that, our most important goal is to fly our flag high.
Life should never wave at you from a distance.
Life should smile at you and say, "Follow me."
That's when life is truly life.
It is important for the living to become friends with life at that moment.
As for those who are no longer with us, it seems that this doesn't matter much.
But life goes on.
To not be like the living dead.
Understanding must be provided. Because life always tells you to get your act together.
We must make this happen.
Through education, art, and questioning.
Putting them aside when you could have been happy will increase the number of non-living.
And it will make the living behave like the non-living.
We shouldn't forget this and should keep it in mind.
In the quietest corner of the world, there lived a man. He lived in his own world, with his own experiences, desires, and passions burning within him. But the man could not hear, see, or move much. He was almost completely paralyzed. Only an old piano and his ten fingers kept him company throughout his life. Sometimes, the piano was his lover, and other times, it was his closest friend. But in the end, it was someone who supported him throughout his life.
When this man sat down at the piano, the piano and its keys came alive, creating some of the most beautiful moments of his life. As he played, many stories were told through his fingers and the vibrations that came from his soul. It was as if when playing, people felt like they were truly in heaven, declaring their love to their beloved or burying all their anger in the ground and starting a new life. While sitting at the piano, people were lost in the moment and approached the ports where the pianist's spirit resided. And as long as he was there, other people were also there.
This man was a very talented pianist. Like a bird, he conveyed the things he tasted to his soul. His magical fingers tasted many things on the piano keys and passed them on to the man's soul like a messenger bird.
There are no major grammar or punctuation errors in this text. However, the phrase "kimi zaman" can be translated as "sometimes" or "occasionally". Additionally, the phrase "o parmaklarında" can be translated as "on their fingers," because the text refers to different people in the two sentences: "many stories were told through his fingers and the vibrations that came from his soul."
Where are you in life? Perhaps this is the most important question to consider?
You set goals, try to achieve them, and often stumble.
Maybe you trip over a stone and fall, then get up again.
But the wound takes a long time to heal.
You realize that it will be like this, and you feel anxious inside.
This anxiety often shows on your face.
You ask yourself, "Doesn't the mark of that anxiety show enough on my face?"
Or are people just careless and indifferent most of the time?
Although the answer to this question may seem irrelevant to your life,
deciding is entirely related to where you are in life.
People are often in the midst of a lot of chaos. This is normal.
What matters is being able to survive. This is the condition for continuing with life.
If you don't survive the fight, you either become disabled or dead.
There is no meaning to life, nor does life mean anything to you.
Have you ever stopped and honestly asked yourself? Where am I in life?
Well, I asked myself. I know the answer.
I also see that people don't take this seriously.
Being strong or weak is the real thing, I can feel it completely.
At the end of the day, when I lay my head on the pillow and my eyes slowly close,
the answer appears among the dimmed lights.
I see where I am in life, completely naked.
Either I'm part of the losers' club or the place of winners is my real sanctuary.
Yes, winning is a sanctuary. My sanctuary is the one that takes care of me even when my eyes are
closed.
My eyes open again, the sun filters through my window, gently warming me.
And another day begins for me to find the answer to the question "Where am I in life?".
For the first time in a long time, I went to watch a live music band.
There was a feeling inside me accompanying me,
and it said, "You will see a musician there who will tell you about yourself."
And it really happened, I saw a musician who told me about myself.
He was playing an electric guitar,
at one point he picked up a classical guitar or an acoustic guitar, I couldn't be sure.
But it was an indisputable fact that the instrument had no meaning.
The instrument was just an extension of him, merging with him on that stage.
He could treat his instrument as a part of himself.
That musician I saw on stage.
He was standing tall on that stage, you couldn't get past his air.
But actually, do you know that it wasn't like that?
That man was just making love to his instrument.
That's why the musician I saw on stage was so important to me.
At the end of the night, he was still standing upright on stage, scrutinizing the surroundings.
He took his instrument off his shoulder, put it down calmly.
Then he got off the stage, and there was still satisfaction from that night in his walk.
It had spread all over him. I said to myself that I had seen a musician on stage,
and that musician reflected me. Something inside me matched what he told on the stage.
A proud musician was taking shape in me.
Discovering the secret of human life may be the real path we need to follow. Faces, yes human faces, look different every time you look at them. Our facial expressions are a separate issue, I'm talking about a bigger picture. We all have faces that do not resemble each other at all. So, where does this difference come from? Have you ever thought about it? Whether on the metro, bus, ferry, watching a live music band, in short, wherever life takes you, I examine human faces. I see all the different expressions, experiences, sorrows, joys, words of love, vows of loyalty, and the excitement of love felt on the face of every individual. The human face is like the "temple" of the soul it possesses.
She had a pure face.
Now the temple had awoken to a new day.
She was excited, passionate.
She stood in front of the mirror and looked at herself.
She put a beautiful smile on her face and set out on her journey.
Being on the road made her feel like she had to protect her temple.
Although she knew the world was a beautiful place,
she was aware that the world was also a dirty place.
Because everyone has a temple.
And these temples are the owners of different narratives and experiences,
temples with wars inside,
temples with inadequacy,
temples with jealousy,
and temples filled with complete peace.
She had made her distinctions now.
Being on the road made her realize these things.
One day, while on the road, she looked up at the sky.
It was clear and sunny, and she loved it.
Then she thought about what she was waiting for in her temple.
Yes, she had found a bright sun.
So, what did she understand? When she found the sun, she needed to invite it inside.
And what did she give the opportunity to? The sun's light to illuminate everything.
Her temple was now shining and emitting light.
She gave a piece of her light to the nearby temples too.
While on the road, she did these things and never let the sun leave her.
She was happy and peaceful.
The bright road ahead stretched on...
My angels in the dark have a really important place in my life because they know exactly when to reveal themselves. They guide me even when I can't see where I'm going. That's why my angels in the dark hold a very special place in my heart.
They make me start my life over from scratch in the darkness.
Even in my childhood, I remember having my angels.
They made very important touches.
They rebuilt me from scratch.
My angels in the dark have been very helpful, especially in the winter seasons of my life.
Winters are cold, harsh, and dark.
The sun doesn't show itself much,
and even if it does, it's the winter sun and it doesn't make its presence felt much.
You know the winter sun doesn't warm enough.
It's far from melting the ice in my frozen soul.
That's when my angels in the dark find me.
They take my hand and make it easy for me to pass through the icy roads.
We know that every winter ends with spring.
They give me shortcuts to reach spring.
In fact, everyone should love winter,
in fact, every person should have a winter season in their life.
They should so that they know how priceless
the warmth and beauty of spring is. And my angels in the dark help me to appreciate the arrival of
spring even more.
They also help me to see the stars in the darkness.
The stars that I usually miss when everything is bright and clear.
They remind me that even in the darkest times, there is still light and hope.
Sometimes they even show me shooting stars,
reminding me that wishes and dreams can come true if I believe in them enough.
My angels in the dark are like my navigators.
They help me to find my way when I'm lost and confused.
They give me direction and purpose when everything seems pointless.
And they never let me forget that I am loved and cared for, even in the darkest moments.
So, I cherish my angels in the dark,
and I am grateful for their guidance and support.
They remind me that no matter how dark it may seem,
there is always a light shining somewhere.
And with their help, I can find my way to that light every time.
This was something that inspired me.
For some, it may be a real lesson,
I guess it depends on how you live your life.
Just experiencing this awareness was like going to a distant village for most of us.
But we had no strength to go there,
nor was our horizon so wide. To see these things,
it was just a dream for us. Or rather,
for some of us living in silence was a dream.
Just a dream of silence.
In fact, life was being lived with evidence.
The evidence of that moment became part of the record called life.
And that record was the experiences that inspired you when you caught the moment.
So, could we be aware of it? It was always there.
What was the answer to this? Can you give me the answer?
If you have an answer, then
Real-life experiences showed this. We knew this deep down.
One of them was going to be told with all its evidence,
maybe in the present day we are living.
Would we take something? I did, for myself, what about you...
The day began as soon as I opened my eyes,
the weather was sunny and the birds were chirping.
The sky was shining,
I went outside.
There was a market in our neighborhood,
the owner was 40 years old.
And there was an uncle working there,
he was 70 years old.
I've been seeing him for years,
standing upright.
I did my shopping,
paid my money.
A seventy-year-old man,
Younger and more energetic than me.
He is attached to life, he loves it, he resists.
It's evident from sitting at the cashier's seat in Allah's bazaar.
At first, I couldn't think of the detail,
then it hit me.
Actually, I didn't know he was 70 years old,
I thought he was around 60.
Even if he were 60, it wouldn't matter,
who knows what will happen to me at 60!
Who knows what will happen tomorrow!
All of them will be evidence when the day comes,
Recorded evidence,
That's all.
I went back to that market again,
I said to Uncle, "Uncle, congratulations to you,
You are here on Sunday at 7 o'clock.
So what time is it when I say this?
Nine o'clock in the evening, exactly 14 hours".
I said, "No one will say anything to you if you sleep until noon".
Then I learned his age, he was 70 years old.
But that man's posture,
The power and strength in his stance. Do we have it? Do you have it?
Where did this come from?!
This determination, this enthusiasm? Where did it come from?
That's the question!!!
I went out of that market again and said to myself,
"What a wonderful thing to witness if understood.
Life is not writing an uncrossed check for you to choose the age you will die at.
But the man is exactly 70 years old.
Apparently, this road goes up to 90,
But I'm sure this uncle will stand upright even at 90.
Will we stand upright?
What evidence have we left behind, how have we recorded it?
This is probably the answer for us.
Life is not an uncrossed check, let's take inspiration from the market uncle.
I woke up to you one morning, Istanbul.
Darkness hit my face..
Like a soulless monster ready to suck my soul..
You were waiting in hiding, ready to suck my soul, oh dear Istanbul.
I shook off my sleep in your cold, Istanbul..
As the sky slowly brightened..
Your frost penetrated every part of my skin, Istanbul..
You are such a cruel, heartless country, trying to toy with me, Istanbul.
I walked on those colorless, melody-less, artless streets of nature turned into stone,
Istanbul..
Those colorless, soulless streets that suck my soul and force me to hang my head down..
You're really hurt, seriously, Istanbul..
Who did this to you?
I came to you, Istanbul..
Give me the sadness, happiness that you hide inside..
I'll search for myself by combining your sadness and happiness in you, Istanbul..
Maybe then I'll see the real you.
I know you're hiding a treasure inside you..
All this concreting, heartlessness, indifference in people..
Doesn't reflect you, Istanbul..
And if it reflects life, I know that.
I'm on the streets of Istanbul, I came to you..
I'm walking at 6 in the morning, in the frost..
Maybe it's expected that I tremble, feel cold..
But my trembling stopped when I saw the truth.
That's why I'm taking photographs of you, Istanbul..
In Istanbul, I'm coming to myself, right in the center of life..
I know there's a lot to take from you for my soul, Istanbul..
You're like music notes, Istanbul.
I came to you, Istanbul, I came to life..
You're full of damn souls..
You host poisoned, intoxicating souls every day..
But it's ok. You're a life, and if it's life, it's an Istanbul.
I will live you, Istanbul. I will live you, life..
Unlike biting your shoulder with vampire teeth to suck your blood..
I'll look for ways to make you bigger, more meaningful..
Because I came to you, Istanbul.
The roots of some things have dried up,
Those things with their heads bowed down,
No matter how much water you give, they can't get the oxygen they need,
Completely finished, dried up, and exhausted.
Where are you in life? Perhaps this is the most important question to think about?
You set goals, try to achieve them, and often stumble.
Maybe you trip over a stone and fall, then stand up again.
But the wound takes a long time to heal.
You realize that it will be like this and you feel uneasy inside.
That unease often shows on your face.
You ask yourself, aren't the traces of that unease showing enough on my face? Or are people too
careless,
indifferent most of the time?
Although the answer to this question may seem irrelevant to your life,
Your decision is entirely related to where you are in life.
A human being is often in the midst of a lot of commotion. This is normal.
What matters is to be able to survive. This is the condition for continuing life.
If you can't survive the war, you either become disabled or a dead person.
There is no meaning left to life or life does not mean anything to you.
Have you ever stopped and honestly asked yourself? Where am I in life?
Well, I asked. I know the answer.
I see that people don't take this seriously.
Being strong or weak is what really matters, I feel this completely.
At the end of the day, when I lay my head on the pillow and my eyes slowly close,
That answer appears among the dim lights.
I see where I am in life with all its nakedness.
Either it's the losing club for me, or it's the place of winners that is my real refuge.
Yes, winning is a refuge. My refuge is the one who takes care of me even when your eyes are
closed.
My eyes open again, the sun filters through my window, gently warming me.
And another day begins, for me to find the answer to the question where am I in life.
These days, I know a lot about my life.
I wiped away the tears that flowed from my eyes.
I pour them into my soul and burn them.
They can no longer come to my eyes, they cannot shine from my cheeks.
They cannot tire my soul, they cannot push me deep down every moment, they cannot drown my
soul.
I think I closed my eyes to something.
I don't see or maybe I don't want to see the truth.
Nevertheless, I carry those tears that have dried up in my soul, all the truths.
The experiences are going away, never to return.
Still, hoping to taste life, I live.
I have silent screams.
They scream, call out, attack left and right.
They cry inside. Maybe it doesn't show from the outside.
But the storms within me don't stop.
A few tears flow from my eyes.
I squeeze my face at that moment.
Because I don't want anyone to see my silent scream.
Because I want to be alone with myself in those moments.
This is not a fear of being misunderstood.
This is not a fear of not seeing the clarity in a scream.
This is not even a fear of deafening the ears.
It is just a sign of a mature soul within a person.
Actually, there is a volcano inside me waiting to erupt.
It's so powerful that it wipes out anything in its path.
If I allowed my scream to come out, it would be seen what it really is!
Still, I choose to move forward quietly.
Actually, this is a story that should not happen often.
The scream inside me is so accumulated that it eagerly awaits the day it will come out.
And it will come out, you should wait for it.
I will not shed tears for life.
A voice screaming inside me.
The voice is coming to you and I am crying inside as well. Know that.
I have never felt this in my life. And no one had the right to make me feel it.
Still, know that I hold on tight to life.
This event that makes me cry inside is very big, let everyone know that.
I'm not saying no one has ever experienced a big event.
Still, I'm saying that the work of writers won't help.
It's because of the writers that I cry inside. Know that!!!
I got to know the writers very well. My soul knows them very well.
I noted them all. They are written in my diary. They are recorded by name.
If there is really a Creator and justice exists, I demand that he sees my outcry within.
I want whatever they deserve to happen to them by screaming silently.
One day everything will come out.
Until then, I will keep my silent scream inside me.
My rebellion is as great as I wrote in my previous poem.
No one can escape from it.
Your humanity that you cannot stand behind will leave a silent scream inside you one day.
I am silent and calm, which does not mean that I am still.
If you see how the volcano inside me boils...
You will come tomorrow and apologize to me.
But that doesn't matter.
If you do the right thing when the time comes, it will matter.
My scream inside can only be silenced this way.
But it won't bring back the times you stole.
I really want to confront you.
I hope there is a day of reckoning called afterlife,
I hope there is divine justice and it shines upon us like the sun.
I hope that kel heads shine brighter than those who are not because they reflect the sun.
For now, just know about my silent scream.
Hopefully, we'll meet on the day of reckoning.
We will settle our accounts there.
It will be a very good settlement. Wait for that day and feel my silent scream!
You will surely feel sorry for the people who have died. People are like leaves on a tree branch. When autumn comes, the leaves fall to the ground. When people die, it means our autumn has come too. We lose a part of humanity. We feel incomplete, as if we have lost a soul. Humanity is dying. There is a soul that cannot understand how your eyes will feel when you see it. It struggles and struggles. If a person dies, they are gone. It is a life that has been lost. Especially when you hear about events that say: You could be next in these coming days. You feel like you have already died. It's like a rehearsal. For the last 4-5 months, these eyes have seen nothing but death. Even if I were to die in Paris, I wouldn't care if the world is hypocritical. Don't we already know this? Aren't we used to it? I really don't know how I feel. The days when humanity still existed, and the days when we knew what it meant to live like a human being, are both coming back to us. They are getting further and further away. Damn it.
A phrase that I have never been able to agree with until today. Even though I don't see life this way, I felt inspired and wanted to write something as a citizen.
"Elephants fight, grass gets trampled." Isn't this sentence a perfect example of how high its popularity can be? It seems like a phrase that the subconsciousness of wild capitalism and colonialism has implanted in us. You can't blame anyone for it or question it either. The oppression of these days is overwhelming for all of us. Moreover, it is very difficult to fight against the subconsciousness, especially in this oppressive society that prevents us from finding ourselves.
Sigmund Freud talks about three different voices in the mind: ego, super-ego, and id. This is explained with a very simple example. Super-ego says "hold your pee," id says "why are you holding it, let it go," and the ego says "ask for permission, go and pee." The super-ego represents the subconsciousness and in a book I read, it says that an individual holds their psychology and social messages within themselves for 30 years, and these things lead their lives in some way. Therefore, being free individuals is the most important thing, in my opinion.
So what makes us grass? Of course, there is a difference between different types of grass. Actually, grass has a very important place in nature, let's write that down. So, what puts us in the position of trampled grass? Let's examine them courageously, but let's also stick the pins and needles to ourselves. Instead of being a grass that is beneficial to nature, protects the soil, makes the cow's milk taste better, ensures that the chicken is better fed, and makes the yellow in the white egg yolk more vivid, let's examine these things as well. The young and wealthy class of this country has been talked about since my childhood. So much so that it has become like a gum whose taste is lost by chewing it over and over again. Why did the taste of this gum go bad? Because of the "BİYAT" culture. Let's explain what BİYAT stands for; with the echo of "let's go" in our minds. You will obey me, do what I say, either you are with me or you suffer. The polarization that you constantly complain about has long enveloped this society. But nonetheless, this country is full of people who have overcome this and found themselves. However, the side effect of such a situation is inevitably
The person who wrote these lines has 70% visual impairment. He has never given up on life. But he has lived the pain emphasized above in his veins. Nevertheless, he didn't give up and kept going. He didn't become one of the trampled grass. That's the point. And today, he has found a treasure: himself.
He lives knowing that there are people like him around him. He has struggled throughout his life. He hasn't been a part of the absurdities of this society. He hasn't been someone who doesn't produce, copies, eats ready-made food, or doesn't believe in labor. Therefore, he hasn't been someone who suffers from heartburn. This paragraph is very important.
Instead, he has chosen to believe in science and progress, knows the great role of art in discovering oneself, is devoted to music, knows that every touch expresses a part of him, and it is very important to embrace positive sciences and follow positivism. Life cannot be dogmatic. Plato says, "You cannot step into the same river twice because nature is undergoing a process of change." According to Plato, there are the world of ideas and the world of objects. Therefore, living in a world that someone else has memorized and turned into a script is wrong; it is denying life itself. We see what this denial has made us experience in our lives. Those who constantly talk and try to impose their way of thinking are now silent because this period, in English terms, is "confront zone," outside of the area where they feel comfortable. But for those who show the courage to leave their confront zone, tomorrow will take shape. This is a very clear truth.
Moreover, he knew that people are individuals, felt it, and tried to protect it. He knew that intellectual progress is the most important thing, that Socratic thinking would bring progress, without being surrealist, advancing with rational, realistic, pragmatic approaches, in short, he became a person who chose enlightenment and came to the realistic plane of life.
Furthermore, he was conscientious, never overreacted, thought of the other side, was not a crushed grass due to these reasons, did not allow the dark tribal understanding of capitalism, imperialism, or feudalism, in other words, its dark side.
Recent events, the right to life of people, the rights taken away from them. None of these will be forgotten. Maybe they have implanted feelings that can never be fully expressed into people's minds. Each of them has had a place in human consciousness; this has inevitably happened. In other words, even if none of them come into a sentence, they will remain as a summary of a spiritual condition in our conscience. And this expression we always remember will protect us against darkness. It will lead to new steps forward. Because instead of standing still, believing in dogmatic truths, understanding what caused these events, producing truly forward-looking theses, not being afraid of antitheses that will appear, and being able to synthesize, the individual who has chosen the light will exist in the future. Isn't Socrates so important?
That's why we will live every day aware of our responsibilities and knowing that we have an obligation to fulfill them. Because the responsibility for what happens in this country rests on our shoulders. We cannot escape responsibility. This mission was already loaded onto our shoulders from the very beginning. Nowadays, we see that its emphasis has increased a lot more. It would be foolish not to see it. And it would be costly to be in betrayal of those days.
Those days... the days when the War of Independence was fought. The days when we were given a country with defined borders and beautiful lands. If today's mentality had existed then in this country, we could not be here. But don't worry. Those who will exist in those tomorrows may not be here. We are here today as tomorrow of those days. And we are currently writing the unfinished story of an empire's half-finished collapse. These days are being completed with our sentences. Bravo to us. An enormous bravo.
Those days were so beautiful. The struggle for Turkey to unite, the days of hardship. I wish I had been given the chance to live in those days. Maybe I should have had a share in turning a ruin into a building again. There were no nurses. No doctors. No teachers. No schools. But as our dear teacher Mahmut said in the famous Turkish movie "The Chaos Class", "the school is not just a place with four walls. THE SCHOOL IS EVERYWHERE." It was necessary to learn about life at that moment. Nothing was easy. So don't be individuals who sit on their chairs and pass gas. Fulfill your responsibilities. Tomorrow is a new day and beyond tomorrow.
School, school, school... We must make the Republican era our school. We must read about that era. What have we produced? Have we paid off Ottoman debts with non-existent money? Did we build a shipyard? In addition, how did we do these things with what impossibilities? Here is your school. The musicians who emerged in the Republican era may be our biggest curiosity. Here is a school for you, and it has no four walls.
Examine the art movements during the Republican period, especially in the field of music.
Furthermore... It is hidden in these days. People who don't produce anything, lie down on the job, and show off with things they didn't produce. To do this is to betray the legacy of this country. Making a car and calling it a Cadillac-style is a painful situation. We are very successful at becoming the capitalist toy of these days, when the country had nothing. And furthermore... It is hidden in these days. People who don't produce anything, lie down on the job, and show off with things they didn't produce. To do this is to betray the legacy of this country. Making a car and calling it a Cadillac-style is a painful situation. We are very successful at becoming the capitalist toy of these days. Bravo to us.
And a few more things... Where are we in terms of understanding what we read? When the country does not allow itself to be understood, what kind of thought is it to understand what we read? Is this possible? These are keys, without them, it doesn't work. We destroyed them. Don't tell me that they never existed. Don't deceive us. Congratulations to us as individuals who do not fall for this deception.
We have lost people. There is a saying: "There are 1000 leaves on a tree, but they are all connected. They take their life energy from each other. Yes, if even one leaf falls off the branch, the lives of the other leaves shorten." We are going. Therefore, we devote ourselves to life even more to nourish the other leaves enough. Because we have no choice!
There is another saying: "Everyone dies, not really lives." It means that everyone dies, but does not truly live. For those who illuminate the darkness, death will perhaps open another door. Or for those who have taken up the torch in the race towards enlightenment, doors will open. But what about the others! The answer cannot be found here.
Become a legend as Gazoz. Actually, I never liked this slogan. Its contribution to the brand is debatable. I found the advertisement irritating. Especially the absurd scene where a cowboy throws his boomerang and the Native American opens his Gazoz. What does the cowboy have to do with the boomerang? Or was the boomerang something belonging to the Native American? I can't remember exactly. There may be a clue about this in one of Red Kit's scenes.
Anyway, let's cut the story short. In English, the phrase "cut to the chase, get straight to the point" can be translated as "lagalugayı kes, direkt konuya gel." This phrase is currently being questioned for two reasons: ironic "sarcastic" and metaphorical.
There are two words in English: cheesy and phony. Conceptually close words. Cheesy means serious but foolish, while phony means fake. In one episode of Family Guy, Peter Griffin is at a shopping mall. He sits down at a piano and starts playing. But nothing is as it seems. And the young man who realizes that Peter Griffin is pretending to play calls him phony. And for about 5 minutes of the episode, this young man keeps calling Peter Griffin phony. It's actually a pretty funny scene. By the way, Stewart Griffin (the baby character in the cartoon) and Brian Griffin (the dog character in the cartoon) are the two main characters who are candidates to mess with phony characters. Although this term doesn't fit this text very well, it doesn't matter. There's no harm in a simile. Eric Cartman from South Park should also be included in this scene. He was so annoying, LAN!!! MUHAHAHAHA to Peter Griffin! And that face he made like a cross, LAN!!! That's when you know Eric Cartman has blown a fuse. He even burned out, ULAN PUAHAHAHAH!!!
ANYWAY, THIS IS A BIT OF BLACK HUMOR. Actually, the phrase "becoming a legend as Gazoz" fits perfectly with the combination of cheesy and phony. We're exactly like Peter Griffin from Family Guy.
The metaphorical meaning of the phrase "becoming a legend as Gazoz" may compare us to Gazoz, which suddenly becomes sparkling but then loses its taste and becomes unbearable. For example, we've been swallowing the same story for over 10 years. Cooking the same food again and again. Eating stale food repeatedly. Sorry, but we're exactly like Gazoz.
In life, I have seen that people can be happy, peaceful, and highly productive. But one day
they make a mistake, big or small.
Over the years, it grows and becomes something unmanageable. I decided to write these notes
to myself to remind myself of
that. Maybe someday I or someone else will need it.
I also noted the dates because - I don't know - but I have a perspective that has been
around since my 20s and lasts until my
40s. To publish a "trial" book. Yes, this is one of my biggest thoughts in life. I have many
shortcomings, but they can be
overcome over a decade. Of course, I will always chase after my life.
April 1, 2015
In life, there is always a wind blowing in one direction. Some people who cannot face their
conscience use that wind for their
daily interests. Some people stand in front of a great purpose against the wind. When a
person who tries to use the wind is
causing a storm, while the other person comes into our lives with such a storm that the
types of people who try to use the wind are tossed around.
April 2, 2015
Two things lie at the heart of our existence: goodness and evil. We can also express this as
constructive energy and destructive energy. Perhaps these two types of energy were present
even when the world was just a gas cloud. These two energies are fighting fiercely at the
very core of creation. The Far Easterners call these two energies "yin" and "yang". Can Yin
or Yang completely silence the other? I don't think so. There have been dark periods in the
world. However, Yin energy has entered from somewhere and defeated Yang energy - just like
the sun defeating the night. In short, nature tells us that we can sustain our lives with
either Yin or Yang. But if we keep our Yin side strong enough, we can restrict our Yang
side. Moreover, we can take the energy of our Yang side for Yin. Then we become unstoppable.
But we must not forget that darkness is much stronger, and it is much easier for light to
illuminate darkness than for darkness to darken light.
April 3, 2015
In order for people to live this life and make it livable, they need to find the energy
within them and unleash their potentials. No one can say that a person is talentless or
empty. It is just not understanding life. First we will understand life. Then we will ask
why we are here. We will see that life is actually a flexible shell and as we find our
potential, life will give us a more livable place. Actually, isn't it very simple?
April 4, 2015
What life has taught me, actually what I have learned by taking initiative, there are a few
things. The first is change, the second is
development, the third is being positive and the fourth is synthesizing all of these in one
spirit. My idea gained from my experiences
is that our precondition is to be positive. Being positive opens the door to change in the
right direction and brings us inevitable
developments. Then it promises a peaceful but productive life which can help other people. I
think this was the biggest lesson life gave me.
One of the important things in life may be to understand and develop what you know over time
and put it into your life in a different, beautiful way.
Life will not always go as expected. But when it happens, you will taste victory, see the
light and witness the beginning of brand new days.
April 6, 2015
Actually, I have a lot of curiosity about life. I want to research, learn, understand and
convey to other people. It seems to me like one of the most important tasks that life has
given me. To be honest, I need to prioritize my curiosities. Maybe I have to eliminate some
or leave them for another season, if my life is long enough. But as long as I live, as long
as I am healthy - meaning I am not bedridden - I will continue my research. Even if I become
bedridden, I will definitely find a way. Yes, I think my brain, which works continuously and
without stopping, has a certain location. Although it is difficult to focus on my own agenda
in this world where things flow so fast and millions of information are transmitted, isn't
the real struggle to find out that you are who you are, making choices accordingly, and
putting yourself in line with them?
Questions come at that moment from all sides: "What is this effort? Are you going to reach
the core of knowledge?" If there is such a core, of course. I believe that the essence of
knowledge, or the core, is in utopia, and that worldly creatures like us can never reach
there. However, if utopia comes across, I want to be ready for it, even if only a little.
April 8, 2015
Life is shaped according to people's actions, thought patterns, and what they do. At least
that's how I think it works. Regardless of what happens, learning, putting what we learn
into practice and then continuing to learn more is never-ending. Johannes Heester, who
performs theater at the age of 107, is just like that. He presents different roles to his
audience every time he appears even though he is 107 years old.
April 9, 2015
I think the biggest lesson we humans should take from life is that we don't have to be like
each other. This difference can be seen in conservative societies or regions where certain
approaches have become taboo. But the truth is that as people grow up, develop, become
wiser, create awareness, in short, when all of these come together, these taboos or
conservative molds will lose their validity. Some people will still try to maintain these
taboos as a kind of self-defense or by ignoring their responsibilities. But they will
eventually see that those who do not do this will lose their validity. This is the natural
but equally merciless functioning of life. What really matters is living. It is meeting new
things every day, understanding life, setting oneself for it. In short, it is entering the
burrow of life and carefully taking the shiny pearl that the hard-shelled clam hides in our
hands. We need to do this carefully because our responsibilities are always with us.
Respecting each other, understanding that each of us has the right to make our own choices
and seeing that the right to live belongs to that person no matter what. These are our
responsibilities. When we fulfill our responsibilities, that hard shell will soften, take on
a flexible form, and give us the necessary environment to live. And we will be happy.
April 10, 2014
Everyone knows themselves anyway. This process begins with a baby shouting "I am here"
unconsciously. The next process is the development process. Everyone is pulling the oars in
this process. There is no problem with that. Some people feel that their oar is very heavy
and their arms are about to fall off. But it is a fact that over time, our arms will
strengthen and the oars will become lighter. So there is no problem. Life has never been
rosy. And we have never sold pink dreams either. Life was tough. And we were aware of this.
A life with so many things going on, and so many spontaneous transitions can never be
considered easy anyway. You know what? Life had to be difficult anyway. We all found
ourselves in this difficult life. For example, it's a matter of how honest you are or how
dishonest you are. We will always hold the oars with our hands. If we can't hold them, we
will resist the raging seas with our minds. But we will always be honest. We will absolutely
not capsize.
I came across a movie recently. The name of the movie was "Life of Pi". A man who had to
share the same place with a Bengal tiger in a raft in the middle of the ocean. Aren't we all
face-to-face with 2 oars, 1 boat, and a herd trying to capsize us in the middle of the
ocean? Would it be too exaggerated to liken the compelling events we experience to a Bengal
tiger at this point? That's why everyone knows themselves anyway. So there is no problem.
April 14, 2014
It's quite ironic that when a child living in Africa with perhaps one in a million of your
opportunities can achieve the happiness that you can't seem to find, it really highlights
the fact that many of us are struggling to scratch an itch somewhere in our lives.
April 15, 2014
The feeling I have right now is both confident and strong. In fact, I am no stranger to this
feeling. If we were to express this feeling briefly, it would be a situation where I felt
like I had to come out and show myself to the world during my whole life. Of course, making
choices in life was important at this point. I must admit that I have fallen and struggled
many times. Isn't that what life is all about? But the important thing is that our choices
never negatively affect justice. Only then does the feeling I mentioned earlier emerge.
Actually, doesn't it seem too difficult?
April 15, 2015
Analytical thinking is very important. Sigmund Freud is known as the father of analytical
thinking in psychology. Sigmund Freud tried to direct his unconscious mind, but he couldn't
do it, I heard. I don't know if it harmed him to do so. However, excessive analytical
thinking may seem harmful. Moreover, approaching every event analytically may not always be
wise. But I am in favor of considering what the problem is, where it will lead, what its
side effects will be, and whether it will have a domino effect on the surrounding stones.
This can also be done with analytical thinking.
I must forecast to some extent. That is, we should have predictions for the future. We
should identify situations well and have scenarios accordingly. Otherwise, are we any
different from a headless chicken? We run around aimlessly.
But we must not forget that being analytical separates us from emotionalism. Especially, it
takes us far away from hatred, arrogance, and ridiculous egoistic obsessions. Of course, we
are not robots. We do not emerge from torn underwear like cybermen in Doctor Who or are not
robotic beings saying "exterminate." We are not programmed. We carry both an angel and a
demon within us. Perhaps we need to use analytical thinking to find the balance between
them. Of course, let's sprinkle a little emotional intelligence in there too so that we
don't become robotic cybermen and exterminate everything.
April 15, 2015
I really don't know why I'm so drawn to jazz music. Maybe it's because of the complexity I
see in my own soul. That is, my non-monotonous soul that makes variations causes this. The
jazz music I used to listen to at one point was exactly like this. Only the double bass was
played as a standard. Apart from that, you couldn't tell which instrument would come in and
when. Still, there was a harmony. And I was amazed. Then I would say to myself that every
part of my soul would come together and create a harmony.
I think there is no deterministic structure in jazz music. It is not possible to predict or
foresee what will happen in life after 1 minute. You only live with your predictions and
analytical thinking. However, the soul is something completely free of these. Maybe that's
why I like jazz music so much.
April 17, 2015
I think people underestimate life. Yes, indeed, we definitely need to expand our vision.
We are stuck within four walls, deceived and distracted.
That's why most people are unhappy and restless, even though we have reached the bottom of
materialism.
If we knew the potential inside us, or rather if we could find the courage to discover it,
there would undoubtedly be significant changes in our lives.
There are two concepts I have learned in this life that shape our way of living.
The first is materialistic life, and the second is metaphysical life.
We all want tangible, visible things in this world.
There is an English idiom "Face the music" which means to confront an uncomfortable truth,
like "face up with inevitable results." Acceptance is a slow process.
"I'm as slow as Mallaisen" can also be used. For example, I wanted to own drumsticks.
It's in my library. Some want a house, a car. Some want a jet, a yacht, to scale up and
down.
But face the music a bit.
So, where does this list end? Probably, there is no limit. A human being can become a very
'greedy' creature.
But there is an English idiom, "put your money where your mouth is," which can be translated
as "talk the talk and walk the walk".
What does it add to our lives? That is, not talking the talk and extending the list more and
more.
Will any of these matter when you are bedridden?
These are questions you should ask yourself every day. "Questions you should ask yourself
every day."
Money is worshipped nowadays, "worship to money dedicate for gaining this small shitty piece
of paper or coin".
We want beautiful things, beautiful bookshelves. I want to listen to jazz music in my 5th
concert series
starting from tomorrow's Jazz concert. Perhaps the heroes in the books we put on our shelves
also want what I want, can't it be? Do you judge a book by its cover without opening it?
Those heroes want a soul. That's when the other way of life comes into play.
Metaphysical life adds new windows to the house you build in this life.
So that you can see unseen landscapes. The things you can see in these landscapes give more
pleasure
than anything you can have in metaphysical life.
Of course, balance is a fact that needs to be present in every aspect of life. But do you
know?
Discovering this point gives us more happiness than anything else.
In Plato's world of ideas, utopia, we will never be there, but we can make our lives better
and get rid of monotony. LET'S GET RID OF IT.
April 28, 2015
Power is very important at home. Knowing your strength, knowing what you are capable of,
knowing your limits, knowing when to surrender, knowing when to let yourself go,
seeing and sensing where the inner you can take you. Actually, these are your real powers.
The thing called power must be realistic. It should not be inflated too much, or it will
burst.
Because as much as a human being is designed as a powerful creature, he can easily
exaggerate and become intoxicated with that thing.
And then his head will turn into a kind of village idiot, neighborhood bully. That's when he
loses his power.
Therefore, power must be sought within oneself. More precisely, things that can bring out
that power must be found.
Only then can you show the light that your power spreads to yourself and to those around
you.
There are many examples that can be given at this point. Let me limit it to just 2 with your
permission.
Let me start with a musician whose concert I recently attended. She is a 60-year-old
percussion artist who came to our country with the concept of performing in 60 places this
year, celebrating her 60th year.
She is like a sycamore tree with long branches and green leaves, proving the opposite of
what people have become in 60 years.
How she performed for us was simply amazing. She played drums, used her percussion
masterfully, played the piano, and even sang.
Her voice was hazy. You look out of the hazy glass; it's snowing outside. You admire it.
That's exactly how she was.
Her name was Marilyn Mazur.
Also, let's give an example of a theater actor from our country. Genco Erkal was amazing on
stage. He knew how to use his voice beautifully. His octave must have been high. Yes, it had
to be. He could transition quickly from a deep tone to a light one. His diaphragm must have
been very strong. He also seemed to have control over his head voice. And what about his
voice frequency? When he spoke loudly, you would suddenly hear him transform into an almost
inaudible tone. Here are two giants who have found their power but remained human!
It is a fact that we humans need to get our act together. This is a heavy slap that hits us
in the face every hour of our lives. The truth is, there are so many examples out there that
we can learn from if we just open our eyes a little bit.
April 28, 2015
Life doesn't always go the way you want it to. However, you shape yourself according
to the evolving situations, much like water taking the shape of its container. Of
course, at this point, being principled and honest is important. You should know
that life will end someday, and you will inevitably face this reality and embrace
it. This will help you a lot in life.
We are the ones who make life complicated; then we start saying that life is
meaningless. This is because we cannot untangle ourselves from the complexity. For
example, after putting my headphones in my pocket for a while, I notice that the
cables are tangled. Until I solve it, I become frustrated. In fact, it is very easy
for us to get into knots that cannot be untangled in life. In short, life will
always try to tie this knot for you. You need to know this and act accordingly.
I'm sitting at the head of my bed tonight,
Watching the whole world around me.
The overwhelming emotions inside me
Have become toys in my tongue, spilling out into words.
Words full of hope are being pinned to the darkness of the night,
Reflected upon my bed by the street lamps outside.
I get lost in this small room,
Half-lit, half-dark.
Are the nights long, or are the words on my tongue?
Many words wander through my nights, pouring loneliness into my soul.
I don't know for sure, I can't understand the unfading fire of that loneliness flowing into my soul.
Which moment had taken me away, exactly?
The torch of that moment never burns in my mind, not shining brightly in my eyes.
I feel like I'm flickering and dying out in a frozen era,
And ashes always remain on the pure white dreams at the end.
Tonight, I am both present and absent in these games,
Loading all the worries I couldn't erase onto the shoulders of an old night.
And I shiver a little, letting the tears flow from my eyes,
Opening up a salty path for you onto my cheeks.
Where do you go, where do you come from, when do you come on this path? It's unknown.
A lot of unknowns, and I remain in the middle of the road, solid.
There is no light particle on my right or left.
The dim light that seems to be disappearing is taking away my emotions as well.
And I'm also being deleted in that taking away,
Slowly, second by second, from this night.
I know that life is not built on sadness,
I also know that life is not solely based on pure happiness.
I know how complicated and difficult life is,
And that it contains black vines as well as roses.
We need to make a decision:
Will we smell the roses, taste their colors?
Or will we let the black vines surround us,
And melt away into nothingness?
Right now, some people sadden me greatly.
No, it's not a bland sorrow.
It doesn't make me angry, I'm just saddened
By the situations we've fallen into.
We really need to define humanity well.
We need to see the truthful realities,
Face them.
We need to see every life in the world, understand it.
I told you, some people sadden me greatly.
Lives built on instant gains,
Everyone tries to create their own flawed picture rather than being a part of the big picture.
However, this is not usually possible.
I told you, some people sadden me greatly.
Life is fleeting.
I learned that you should never compromise yourself.
If you have become one with your soul, you will never let go of it,
Because you shouldn't have the right to upset other people.
Then, no matter how much others sadden you,
You continue on your path,
And someday, you stop being saddened by people.
You don't want that.
You know it will hurt you a lot.
But sorrow is not always bearable.
That's why you pray every day, so that people don't make you sad.
But you see them continuing in their small worlds.
Then you say:
"Truly, some people sadden me greatly."
Do you know how many "lives" have left me
And how many "souls" have left my body
Until this point?
We'll talk about it, the day will come.
We'll get over it, don't worry.
Even though years may pass, we'll take that moment out of dusty shelves.
Don't whine, there are things you'll witness.
Because until this point, there were lives that left.
Because until this point, there were souls that left.
Despite everything, there's a solid man in front of you.
Saying, whatever happened, fighting for his right every day.
A man standing firmly on his feet.
Maybe you didn't see this!
Maybe life didn't give you this ability to perceive!
That's where real life is, that's where that man became a man!
Maybe you didn't feel it but you feel it now.
There's a man in front of you whom life couldn't wear down.
Until this point, he never lowered his guard.
Today too, he won't lower his guard of course.
At times, you may lose yourself in that moment's experience.
But that man will still be there.
Because until this point,
He'll know how many "lives" and how many "souls" have left him.
And that's his secret, his greatest treasure.
But you won't have such a secret.
Unfortunately, you won't be able to come to these points!
Life is passing, life is short; it is one of the clichés that people, including myself, say. In fact, it has become such a cliché that it may have become stale. Actually, my way of thinking in recent years tells me something else. My dark angels whispered this to me. People have a life just like animals do. But I don't think that's what makes life. What makes life is how we live, our stance, our philosophy. What makes life an "age" is related to how much we have lived or whether we can add new angels to the dark ones.
Have you ever watched a woman playing cello or a man playing piano? Have you ever looked into their faces? You will see a lifetime there. That life starts when they start talking to their instrument. It ends when they finish talking. That is a lifetime. Let's think about a classical music concert. Two hours of concert and emotional storms experienced. That moment is life itself for them. Living with their instrument is a lifetime. There is a guitarist named Steve Vai whom I really like. He has a song called "Tender Surrender." I used to listen to it in my twenties. Right now, as I write these lines, it comes to my mind vividly. There is so much experience there. Actually, it is a five-minute song. But how he showed the value he gave to his life there.
Life and age are actually very intertwined situations. Age is the meaning and value you give to life. For children in the midst of war, it may be the priceless light in their eyes or the dreams they build. If they achieve their dreams, it is the joy they feel. It is holding onto life. That's it! Holding onto life is the age. People who hold onto life are happy and productive. Those who cannot hold on to life properly are sullen and unmotivated. Here is an example from myself: I went to a festival called Sonisphere. There were very nice groups there. Metallica? Manowar? Slayer? Or sharing the same stage by the guitarists in these groups? They were all there. Although their lifetimes might seem short, theirs were very long at that moment. Me? I was nodding my head, jumping around, making everything smoky. I fell to the ground, my knees were scraped. But never mind, I was living my life. I was giving meaning to my life. There were situations like this. Giving meaning is important, the rest comes later.
Life itself is not much of a big deal, no need to exaggerate. In a blink of an eye, your life can slip away from your hands. A lifeless body in a coffin.
A downpour passes before my eyes in a short time,
I see blurry lights at that moment,
I depict indecisive souls in front of me,
Actually, I realize that it is a part of me at that moment.
Pieces are trapped in their cages but cannot get out,
Those periods are short-lived,
It actually tells a lot,
It awakens the moments sleeping in me, reminds me, gives warmth inside me.
In short, it makes me experience my journeys again,
I feel a tremor inside me at that moment,
My hands go to my keyboard just like now,
Words come out of my soul.
They are poured into the lines from my keyboard,
At that moment, time grasps me,
The feelings that I wanted to live but life did not make me live come to my mind,
Tears fall from my eyes one by one like the dew drop falling from the leaf.
Suddenly, like a butterfly emerging from its cocoon,
She flies away, grasping the meaning of her freedom,
All the happinesses come to me,
I understand that I carry a great warmth in my heart..
It warms up my whole body and spreads beautiful signals around me,
I embrace that moment and never let it go,
Even though my eyes feel heavy right now, I won't let it go,
Because it is mine and it will stay that way,
Its name, I couldn't name it but it must be a beautiful thing, right?
Once upon a time, there was a forest covered with trees. The sunlight could hardly filter through the trees. A person carrying a backpack and holding a sharp knife was trying to make his way by tearing through the vines in the forest. In other words, the path was not very safe and easy. It was a path with a high probability of injury. That person defined this path as "the path of life".
While finding his way through the forest, he was constantly searching for the sun. He wanted it to shine on him, to heal his wounds, to show him compassion, and to show him the beauties of life. More importantly, he wanted a smile on his face, the words that stuck in his throat to come out as meaningful lines and stanzas. Perhaps, he just wanted to be understood.
Isn't the biggest desire of a human being to be understood? To find someone who can empathize with them? In other words, isn't it waiting for their end in a world where they can build together and understanding is dominant? Advancing in a dense forest was always difficult. The branches hanging from the trees and the merciless thorns of the vines were exhausting him. But he would always climb up to a flat grassy area, the sun would be completely his. He would embrace it. The heat emitted by the sun would fill him inside. His veins would become fluid again, the almost coagulated blood would flow properly. Then, he said, I will feel like a human being again. He shouted from within, but it wasn't audible from the outside. But that was what kept him alive in this life.
"When I realize that I am a human being, when the sun fills me up, I will make music," he said. "I will write very beautiful notes. I will add every instrument I can find in the world to my music." And he aimed to influence everyone around him with his music and make the world a more livable place.
He knew that music affected people, and fundamentally changed them. While traveling through the forest where there were many obstacles, whenever a song came to mind, the disabled road seemed less difficult. Even the branches of the trees and the thorny vines gave way to him. The animals of the forest accompanied him as well.
So, while waiting for the day when the journey would someday brighten the face of the sun, reveal the light inside him, write his music, and read his poetry, he was living with that desire. Maybe this was the biggest desire of a human being, to live with that desire. No one could break it, destroy it, or hurt it, because the soul of a human being cannot be harmed by anyone.
Life can be beautiful,
We shouldn't let it go.
Who knows what tomorrow will bring,
We should be vigilant about our surroundings.
Opportunity can come at any moment,
We must do our best.
Death can also come at any moment,
We shouldn't leave our eyes open.
Don't forget!
Life is a temporary passion,
But your existence is a process that opens up to infinity.
Your existence has always been there, yesterday, today, and tomorrow,
But the most important one is today.
Today is that day!
Today is the day when your existence was gifted to you.
Use it wisely.
Don't sigh for your past or miss your future,
Because tomorrow will be another "today".
Don't forget!
Fight until you're exhausted,
Struggle for your life, be worthy of it!
Even if your efforts don't yield the desired results, keep fighting without getting tired.
Most battles are dirty and damaging.
Don't forget!
One day, you will close your eyes.
Two drops of tears will flow from your eyes as you close them,
Perhaps they will hold a cure for life.
Don't waste your tears!
Like everything else in life, it should have a purpose.
Don't ever forget this!
Remember to make your tomorrow beautiful,
Smile at your past,
Equip, paint, and color today with the beauty of yesterday and the dreams of tomorrow.
And remember that life is characterized by two drops of tears on your cheek,
Let them be meaningful until they dry up.
Don't forget these things,
Remember that someone else will write these lines differently in another life.
Sometimes looking at a person's face is enough to understand them,
Everything is revealed in the small movement on their face.
The brightness of their eyes, the tension on their lips, the wrinkles on their forehead,
Perhaps the deposits of tears flowing from their eye sockets.
There are many materials in your hands to understand a person,
Sometimes looking at a person's face is enough.
A person's face may be a reflection of their soul,
You see their happiness,
You find morale in front of them,
When you see their sadness, you look for a way to make that face smile again with a simple solution.
Because you understand, you write, draw, and paint,
You draw their portrait with your square pencil.
At that moment, sometimes looking at a person's face is enough.
A person's face provides clues about tomorrow,
A person's face tells stories about their past.
There are moments with laughing lips,
There are moments with crying eyes,
But everything is on that person's face.
Capturing that moment is a great task.
Knowing how to listen seems like a ridiculous and fake concept imposed on us by popular culture and mainstream media, doesn't it? Hmm, that's understandable. Most people think that way nowadays because everyone believes they are superior, knowledgeable, and more pharaoh-like than others in everything. That is true, but the point to be realized is that knowing how to listen opens the doors of a gallery where rare pieces are exhibited. No, I'm not just talking about listening to a person, a bird, or a dog or listening to each instrument separately in music. Of course, these are also included. What I mean is "liberation." One of the foundations of human existence is "liberation." The question I have been searching for since my childhood is what is the foundation of my existence? It is liberation. When I entered through the door opened by knowing how to listen, the most precious piece appeared in front of me!
Knowing how to listen is liberation. It's capturing the rhythm of life. One of the places where I see freedom is in music. The music I am currently listening to and sharing, the instruments it contains, and the emotions it spreads... The instruments are dancing with each other. The instruments are listening to each other. They create a soul. A mutual soul. Would it be too strange to say "listen to the soul?" It may or may not be. But for me, it is not strange at all. I see that soul in music. It's always in front of me. I don't interfere with it. I just live the moment it gives me. It liberates with me, and I liberate with it. We are like roasted peanuts. We flirt with each other. Yes, we found the second rare piece: flirting with each other. Actually, while knowing how to listen, you open your soul to yourself. It also opens its own soul to you. You see what is there and what is not there. It becomes a tango of souls after a while.
Being able to read people. Actually, human beings are creatures that can easily reveal themselves. First, you look into their eyes, then you listen to their tone of voice. I'm talking about two events that pass the ball to each other. Because they complement each other. You see sadness, happiness, anger there. No one is a closed box. Knowing how to listen gives you this. Listening is the greatest gift one can give oneself.
I met you during the transitional period of my life.
You had a part that definitely occupied my mind.
Even though I couldn't find time to internalize you and bring you into my heart,
you invaded my mind once and are still wandering somewhere in my mind.
When I see you, I want to glance at your pictures again.
I examine your pictures one by one during this transition period of my life.
Maybe if I could get out of this chaos, you would be the first address I would run to,
but I didn't know how ruthless time would treat me.
Perhaps one day I will meet you and we will talk at least a few words, and I always pray for that.
Every time I see your picture, my mind gets confused.
I want to stroke your beautiful face, but I can't.
Maybe I will never be able to do it, life will never give me that chance.
Nevertheless, I will always hold on to my hope,
because without hope, what is the meaning of life?
Like the last break of a dried tree branch,
maybe someday my hope will also break.
You are the one who prevents my hopes from breaking, with your dream, your hope and your place in my
mind.
I am wandering you in my mind for days,
I'm sure if I had a little more time, I could have brought you into my heart.
But unfortunately, I couldn't make it,
but you should know that you are always on my mind.